Geleceği Konuşalım: Deprem Riski

Türkiye, yüksek deprem riski taşıyan bir ülke olarak, bu doğal afetin etkileriyle başa çıkabilmek için daima hazırlıklı olmalıdır. İzmir depremi gibi son olaylar, ülkenin büyük kısmının deprem riski altında olduğunu ve toplumsal farkındalığın önemini bir kez daha ortaya koyuyor.

Bu bölümde, Türkiye’deki deprem gerçeğini ve yapıların depremde nasıl davrandığını Allianz Türkiye Risk Mühendisliği Direktörü Dr. Ceyhun Eren’in uzman görüşleriyle ele alıyoruz. Deprem riski ve yapı güvenliğinin yanı sıra, evlerimizdeki yapısal olmayan elemanların güvenliği için neler yapılabileceği üzerinde duruluyor. Afet öncesi, sırası ve sonrası alınması gereken önlemler hakkında kapsamlı bilgilerle dolu bu yayını kaçırmayın.

Cüneyt Toros: Yapı Kredi ile Geleceği Konuşalım podcast kanalına hoş geldiniz. Yaşamımıza yön veren konuları konuştuğumuz kanalımızda bugün hepimizi üzen İzmir depremi sonrası deprem riski üzerine sohbet edeceğiz. Türkiye'nin topraklarının yaklaşık %98'i deprem riski taşıyor ve bu bölgelerde toplam nüfusumuzun %95'i yaşıyor. Bu nedenle deprem Türkiye'nin hiçbir zaman unutmaması gereken bir gerçeği. En son yaşanan İzmir depremi ile birlikte bu gerçekte bir kez daha yüz yüze geldik. Biz de bugün deprem riskini Allianz Türkiye Risk Mühendisliği ve Allianz Teknik Direktörü Ceyhun Eren ile konuşacağız. Ceyhun Bey yayınımıza hoş geldiniz. Önce biraz kendinizi tanıtabilir misiniz dinleyicilerimiz için, ben tanıyorum sizi ama biraz yaptığınız işi çok önemli bir iş yapıyorsunuz. Biraz tanıtmanızı rica edeceğim.

Dr. Ceyhun Eren: Merhabalar Cüneyt Bey çok teşekkürler. Yayına davet ettiğiniz için izleyicilere de selamlar. Ben kısaca kendimi tanıtayım. Uzun yıllardır sigorta sektöründe görev yapıyorum. Aslında inşaat mühendisiyim ve uzmanlığım da deprem mühendisliği. Biraz tesadüfi girdim diyebilirim sigorta sektörüne. O yıllarda 99 depremi hepimiz için toplumumuz için çok önemli bir farkındalık oluşturmuştu, biliyorsunuz. Benim de mezuniyetim 2000-2001 yılı. 2001 yılında inşaat mühendisi olarak mezun olduktan sonra aslında bu büyük farkındalığı da görüp deprem mühendisliği üzerine çalışmalar yapmak istemiştim.

Deprem mühendisliğine başladıktan sonra da açıkçası kendimi geliştirmek için bir yandan da acaba profesyonel anlamda bir iş başlayabilir miyim diye düşündüm. Tamamen tesadüfi bir gazete ilanı ile girmiştim aslında sigorta sektörüne. Risk mühendisi nedir diye düşündüğümde hiç bilmeden aslında deprem mühendisliği, yangın mühendisliği bunların sigortacılıkta teminat verilmeden önce incelendiği bir branş olduğunu gördüm ve yarısı saha çalışması yarısı da ofis çalışması şeklinde geçen bir iş olunca çok keyif aldım ve tesadüfen girdiğim sektörden çıkamadım.

Tabii zaman içinde öncelikle 2004 yılında o zamanki adıyla Koç Allianz Sigorta'ya geçtim ve bu tarihten beri de hem görevlerimde yeni sorumluluklar eklenerek hem de geliştirdiğim projelerle Allianz Sigorta'da büyük bir keyifle çalışmaya devam ediyorum. Birçok proje geliştirdim. Bunlardan da sonuncusu aslında ustalık eserim de diyebilirim sanırım yönettiğim proje, ekip arkadaşlarımla beraber Türkiye'nin de deprem güvenliğine önemli bir katkı sağlamasını düşündüğümüz Allianz Teknik Deprem ve Yangın Test ve Eğitim Merkezimiz oldu.

Geçtiğimiz yıl ekim ayında açılışımızı yaptık. Sizlerin de ziyaretinizde bulunduğunuz gibi. Ve burada da asıl amacımız aslında toplumsal risk farkındalığımızı arttırmak. Tabii bu süre boyunca akademik çalışmaları hiç bırakmadım ve 2014 yılında deprem mühendisliği konusunda doktora çalışmalarını da tamamladım. Çalışma konum aslında daha çok endüstriyel binaların olası büyük bir depremde yaşayabilecekleri hasarların önceden tahminine yönelik bir takım yöntemler geliştirmekti. Bunları da zaten bizzat iş hayatında da kullanıyoruz.

Türkiye’de deprem olgusu

Cüneyt Toros: Evet, İzmir depremi yine çok acı bir süreci yaşadık. En son benim bildiğim rakam 114 kişi hayatını kaybetti ve yüzlerce de yaralımız var. Biraz bu deprem olgusuyla başlayalım istiyorum Ceyhun Bey konuşmamıza. Bir de Türkiye'nin depremselliği, sizin uzmanlık alanınız. Buradan başlayarak sohbetimize devam edelim.

Dr. Ceyhun Eren: Tabiki memnuniyetle. Aslında İzmir depremi de gösterdi. Bu depremler ülkemizde ne ilk ne de son olacak maalesef. Tabii deprem olgusunu önce tanımlamak istersek: Dünyamız bir yapboz parçalarından oluşan büyük bir küre ve ben biraz elmaya benzetiyorum. Aslında dışarıda bir kabuğu var ve onun içinde de bambaşka bir yapıya sahip. Ve milyonlarca yıllık hareket aslında hala devam ediyor. Ve depremlerin de oluşu aslında bu hareketle ilgili.

Bir taraftan şunu da söyleyebiliriz aslında. Normal bir doğa olayı aslında deprem. Ve bu depremler sırasında neler yapacağımız, neyle karşılaşacağımız da aslında bir insanoğlunun üzerine inşa ettiği yapılarda gizli. Bu yapboz parçacıkları demiştim. Aslında bu puzzle parçalarının birleştiği yerler bizim fay hattı olarak tanımladığımız ayrık bölümler. Ve buralarda meydana gelen oluşan baskı belli bir süre sonra dayanamayıp bir anda kırılmayla, o basıncın biriktiği yerde kırılmayla ani bir titreşim hareketi, dalga hareketi olarak yayılmasıyla aslında başlıyor. Ve ülkemizde dönersek aslında son derece verimli, son derece tabiat güzellikleri olan bölgemizde maalesef böyle bir deprem riskiyle de karşı karşıyayız. Neredeyse topraklarımızın %98'i deprem riski altında olduğunu söyleyebilirim ki bu da nüfusumuzun yaklaşık %95'ine karşılık geliyor.

Şimdi ülkemizde şöyle söyleyeyim belki kulağa ilginç gelebilir. Aslında her yıl yaklaşık 2-2,5 cm'lik hareketler yaşanıyor ve bunları ölçebiliyoruz. Bunun da ana nedeni aslında Anadolu topraklarının Afrika ve Arap yarımadası ile Avrupa kıtası arasında sıkışmış olmasından kaynaklanıyor. Ve yüzyıllar önce bizim şu anda Kuzey Anadolu fay hattı dediğimiz bölüm aslında bu basıncın bir anda ortaya çıkmasıyla ikiye ayrılmış gibi düşünebilirsiniz. Ve bu hareket devamlılık arz ettiği için mutlaka belli bölgelerde bu sıkışma sonucu deprem olayı yaşanıyor.

Cüneyt Toros: Yani biz nüfusun %95'i ve topraklarımızın %98'i bir deprem bölgesi olan bir ülkede deprem bilincinin sürekli gündemde olması gerekiyor. Bizde şöyle bir şey var ne yazık ki yani her depremden sonra evet bir bilincimiz artıyor sonra nedense unutuyor gibiyiz. Oysa bizim hem ekonomik hem sosyal açıdan ülkenin geleceği açısından birinci gündem maddemizin her zaman deprem olması gerekiyor diye düşünüyorum. Bilmiyorum katılır mısınız? Çünkü bunda yaşamaya alışmamız gerekiyor. Buna uygun davranmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Dr. Ceyhun Eren: Evet çok doğru bir tespit. Tabi ki biz hani bu işte işçi olduğumuz için deprem mühendisliği, deprem riski hep işimizin bir parçası. Ancak toplumsal olarak değerlendirdiğimizde deprem olma sıklığı tabi son yıllarda biraz daha arttı diyelim. Ama baktığınızda 20 sene 30 senelerle ölçüldüğü için çabuk unutuluyor diye söyleyebilirim ve bu nedenle de sanki bir daha olmayacakmış gibi bir şey oluşuyor. Ve şunu da üzülerek söylüyorum tabi kimse yanlış anlamasın ama genelde deprem olduktan sonra bir anda çok fazla bir farkındalık oluşuyor. Tüm yayınlar, tüm çalışmalar bu yöne çevriliyor ama çok kısa bir süre sonra maalesef siz de tecrübe ettiğiniz gibi unutuluyor diyebiliriz.

Depremde yapıların davranışı

Cüneyt Toros: Bizim asıl biraz önce sizin de söylediğiniz gibi ilk başta depremi tanımlarken aslında bu normal bir doğal olayı fakat bu depremi insanlar üzerinde yaratacağı etki biraz insanların üzerinde yaptıkları ve yarattıkları binalar ve kendi yarattıklarıyla ilgili diye tanımladınız bunu. Buradan ben biraz yapıların davranışı konusuna girmek istiyorum. Yani tasarım kriterleri yani bir bina Türkiye'de herhalde en son 1999 depreminden sonra değişen yönetmelikle yapıldığı her şey uygun, buna %100 depreme dayanıklı diyebilir miyiz?

Dr. Ceyhun Eren: Evet çok güzel bir soru aslında dediğiniz gibi deprem riskini biz arttırıyoruz diyebiliriz insanoğlu olarak. Şöyle başlayayım. Önce bir kere zeminden başlayacağım. Zemin yapısı çok önemli evet niye önemli onu da birazcık konuşuruz. Ama şunu söyleyeceğim doğa bize aslında çok önemli ipuçları veriyor. Yani şu anda ekili arazi olması gereken verimli topraklar maalesef konutlarla dolu iş merkezleriyle dolu. Ülkemizin bir çok deprem riski yüksek olan bölgesinde.

Yani doğa bize söylüyor nerelere bina inşa etmemiz gerektiğini nerelere etmememiz gerektiğini. Tabi inşaat mühendisliğinde şöyle bir şey yok hani size bir proje geldiğinde gerekli zemin etüt çalışmaları yapıldıktan sonra suyun üstüne bile son derece güvenli yapılar inşa edilebilir. Ama tabi bu ne kadar verimli olur yani etki maliyet hesabını yaptığınızda ne kadar doğru bir sonuca ulaşırsınız o tartışılır. O yüzden ilk olarak aslında binaların inşa edeceği yerlerin seçimi önemli. Tabi zemin yapısı deprem dalga hareketi sırasında çok farklı etkiler yaratabiliyor. Bunu da biraz sonra tekrar değinebilirim.

Ama zemin yapısından bağımsız yapılar nasıl davranıyor derseniz aslında şöyle düşünün bir araba içerisinde ya da bir otobüste hareket ediyoruz. Bu araç hareket ettiğimiz araç birden durduğunda öne doğru gitme elimiz devam eder. Ancak birden geri hareket ettiğinde bu sefer de geriye doğru gideriz. Bu hareketin çok hızlı olduğunu düşünün yani hem birden geri ileri birden geri geri hareket edildiğinde işte o sırada ayakta durmakta bile zorlanabilir. Aslında binaların karşı karşıya olduğu şey tam olarak bu. Yani altındaki zeminin oynaması gibi düşünebilirsiniz. Şimdi depremlerin başladığı yere merkez üssü diyoruz tam o kırığın olduğu bölüm. O kırık yaşandıktan sonra mesela Kuzey Anadolu fay hattı her fay hattının da bu arada yapısı farklı olabilir.

Bizim Kuzey Anadolu fay hattımız yatay yatımlı dediğimiz bir fayattı yani yataya bir hareketle kırık oluyor. Ve 99 depremden örnek verirsek bu yatay kırık yaklaşık 5 metreyi bulmuş. Yani çok ciddi bir güç diye düşünebilirsiniz. Ve bu hareketi sonrasında bir suya taş attığınızı düşünün ve o taşın yarattığı dalga hareketi giderek enerjisi azalıp etkileyebileceği yakın çevredeki bölgelere kadar ulaşabilir. İşte bu dalga hareketi sırasında binalarımız buna nasıl tepki veriyor, nasıl davranıyor. Bir kere bunu yine her binanın kendisi belirliyor diyebiliriz.

Her depremin ayrı bir kimliği vardır, oluş şekli vardır. Yarattığı ivme değeri, birim zamanda farklılıklar gösterir. Zamanı da farklıdır, derinliği de farklıdır. Buna benzer şekilde her binanın da davranışı farklıdır. Aslında teknik terimi doğal titreşim periyodu. Ama şöyle düşünebilirsiniz, her binanın bir kimlik numarası vardır aslında. Ama bu kendi yapısal özelliklerinde gizlidir. Ve kolaylıkla ortaya çıkarılamaz. Zaten deprem riskinin ölçülmesindeki en zor taraflardan biri bu açıkçası. Yani bir dalga hareketi geldiğinde bir titreşim başladığında hangi bina nasıl etkilenecek, bu o binanın içinde gizli. O yüzden şöyle bir düşünce olmamalı aslında baktığınızda. Ya da bir çoğumuzda deprem büyüklüğüne göre depremi ölçme gibi bir yaklaşım var haliyle. Ama deprem büyüklüğü isterse 6 olsun, isterse 7 olsun, isterse 7.4 olsun. Bu depremin yarattığı ivmeye göre etkilenebilecek binalar farklı olabilir.

Şimdi mesela İzmir depreminden örnek verelim. En çok etkilenen binalar, demin özelliklerini ayrı tutuyorum, 7 ve 10 katlı binalar oldu ilk gözlemlerim. Çünkü bunun sebebi depremin yarattığı en yüksek ivme diye bir değer var. Ancak binanın bu doğal titreşim periyoduna göre bu ivme değeri çok daha yüksek seviyeleri çıkabiliyor. Bir kere şunu da söyleyeyim, İzmir depremini şu anda çok sıcak bir konu. Biz de o tarafta hasarları incelemeye başladık ve şunu görüyoruz. Aslında yaşanılan depremde ölçülen en yüksek ivmeye baktığımızda binaların tasarım depreminin oldukça altında. Yani neredeyse üçte biri, neredeyse dörtte biri diyebiliriz.

Cüneyt Toros: Biraz açıklayabilir misiniz? Bu tasarlanırken olması gereken değerin altında bir şeyle etkilenmiş.

Dr. Ceyhun Eren: Evet, yani şunu söyleyebiliriz özetle. Eğer tüm binalar deprem yönetmeliğine bireriz uygun olsaydı, hiç birinde belirgin bir hasar olmaması gerekiyordu. Yani binalar bu depremin daha üzerindeki büyüklükte ki depremlere göre tasarlanıyor diyebilirim.

Cüneyt Toros: Normal yönetmelik ve söylenen şartlarda olsaydı, bundan daha büyük depremlere dahi dayanıklı halde olabilirdi diyorsunuz siz.

Dr. Ceyhun Eren: Çok doğru, evet.

Cüneyt Toros: Ama ona göre yapılmamış bu yıkılan binalar.

Dr. Ceyhun Eren: Ona göre yapılmadığı ortaya çıkıyor. Özellikle yıkılan binalar sayısı az olsa da ağır hasarlı binalar da var maalesef. Bu da gözlemliyoruz. Tabii bu tasarım derken, tasarım kriteri, şimdi yönetmeliğe %100 uygun bir bina, hasar, hiçbir hasar almayacak şeklinde de düşünülmemeli. Bu tasarım kriteri dedim ya belli bir büyüklükte ki, belli bir tasarım irmesine göre, tasarım eğrisine göre yapılıyor binalar tasarlanırken. Ancak seçilen performans hedefi can güvenliği.

Yani can güvenliği ne demek? Binamız yıkılmayacak, orta seviyede hasarlar yaşanabilir. Ancak büyük bir depremden sonra rahat bir biçimde can güvenliliksi olmadan içinden çıkabiliriz. Ama belki ondan sonra binağımızı kullanabilmek için güçlendirme gerekir.

Bunu bilemiyoruz. O yüzden binamız %100 yönetmeliğe uygun olsa bile belirli seviyede hasarlar yaşanabilir. Bunu da yeri gelmişken söyleyeyim. Ama yeni yönetmeliklerle artık bu performans hedefini de en baştan bina tasarlanırken daha yüksek seviyelerde seçmek mümkün. Bu özellikle endüstriyel taraftaki yapılarda büyük önem arz ediyor.

Şöyle düşünün şu anda yönetmeliğe uygun tasarlanan birçok endüstriyel bina can güvenliği performans hedefine göre tasarlanmış durumda. Yani şöyle düşünün, sizin içeride milyon dolarlık makineleriniz var. Çok ciddi yatırımlarınız var fabrika binasının içinde. Ama büyük bir depremden sonra belki bu binayı yeniden kullanamayacaksınız. Can güvenliği sağlayacak. Ama iş sürekliliği anlamında baktığınızda bu önemli bir unsur olarak gözümüze çarpıyor.

Ve bununla beraber bu tasarım hedefiyle yapısal olmayan elemanlar da deprem riski altına girmiş oluyor.

Yapıların kontrolü

Cüneyt Toros: Şunu öğrenmek istiyorum. Şimdi örneğin oturduğumuz binanın, hani İzmir için örnek verdiniz normal koşullarda yapılmış olsaydı bir şekilde dayanabilirdi dediniz. Hepimiz oturduğumuz bina ile ilgili yine İzmir depreminden sonra şüphelenmeye başladık. Ve şimdi biraz maliyet tarafına gireceğim ama binamızın biz tasarım kriterinin ya da yapılış şeklinin nasıl olduğunu belirlememiz için ne yapmamız gerekiyor? Yani biz nereye başvuralım? Ya gelin bu binayı bir kontrol edin ne durumdayız diye. Bunu nasıl bilebiliriz?

Dr. Ceyhun Eren: Cüneyt Bey aslında çok gündemdeki bir soruyu sordunuz. Ve şu anda bize en çok gelen hem kurum olarak hem şahsen en sık duyduğumuz sorulardan biri bu.

Cüneyt Toros: Ve siz yapıyor musunuz yani Allianz Teknik olarak?

Dr. Ceyhun Eren: Şimdi Allianz Teknik olarak bu bizim hizmet verdiğimiz konuların başında geliyor. Ancak konut, konutlardan ziyade biz en endüstriyel taraftan bu hizmeti verebiliyoruz daha çok. Konut tarafındaki durumlar biraz daha farklı. Çünkü orada böyle bir çalışmaya başlamadan önce tüm maliklerin onayının olması gerekiyor açıkçası bildiğim kadarıyla. Ve burada bizim yönlendirmemizde şey oluyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan sertifika  almış ve bu konuda uzman olan kurum ve kuruluşlarla çalışılmasını öneriyoruz.

Tabii buradaki aslında binanın deprem riskini ölçmekte ki en zor taraf binanın deprem performansının detaylarda gizli olduğu. Yani bir binaya gözle bakarak o binanın deprem dayanımının ne derece olduğunu söyleyebilmek oldukça zor. Tabii bizim geliştirdiğimiz bazı hızlı bina tarama yöntemlerimiz var. Özellikle birden fazla binaya sahip portföydeki bu tip müşterilerimize sunduğumuz hiç değilse önceliklendirme anlamında yaptığımız bazı hızlı çalışmalar var. Ama genelde bu çalışmalar geçmiş yıllarda oluşan depremlerde hasar görmüş binalardaki hataların neler olduğuna yönelik oluyor.

Şimdi isterseniz şöyle, en azından dinleyicilerimize, tabii herkes kendi binasında bu tip kusurları olup olmadığına da bakabilir. Ama yine de eğitimli bir gözün bunları incelemesinde fayda var. Ama ben isterseniz birkaç kriter paylaşayım. Nelere dikkat edilebileceğini. Çünkü neredeyse %80, %90 oturduğumuz binalar betonarme yapı taşıyıcı sistemine sahip. Betonarme de aslında deprem dayanımı konusunda da çok değişkenlik gösterebilen bir malzeme türü, yapı taşıyıcı türü diyebilirim.

Aslında eski yıllara bakarsak şuradan başlayalım. Eskiden birçok bina biliyorsunuz, ahşaptı. Ahşabın da malzeme özelliğinin o türü çok esnek bir malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Ve bir malzeme ne kadar esnekse depreme o kadar dayanıklıdır diyebiliriz. Ama biz konumuz betonarme binalara gelirsek, sıradan konut yapılarından bahsedersek, bir kere şunu söyleyeyim, bir bina ne kadar basitse o kadar sağlamdır diyebiliriz.

Basitlikten kastımız şu, yukarıdan kuş bakışı olarak baktığınızda plan çizimi diye düşündüğümüz binanın oturduğu bölüm, kare, bir dörtgen böyle bir simetrik yapıya sahipse aslında deprem güvenliği en başta olumlu olarak başlamış oluyor. Ama birazcık araziye uymak için onu asimetrik hale getirirsek, işte L şeklinde, U şeklinde birazcık yapının simetrisini bozarsak burada yavaş yavaş riskler başlamış oluyor. Yani basitlikten kastım, kutu gibi çok fazla mimari farklılığa yol açmayan tipte yapılır.

Şimdi mimari tarafa girersek, bir kere bu İzmir depremde de daha önceki depremler özellikle 99 depremde çok karşılaştık, binaların giriş katının dükkan mağaza olarak, oto galeri olarak kullanılma durumu. Yıkılan binalara baktığımızda, ağır asan gören binalara baktığımızda yine bu doğru çıktı, üzülerek söylüyorum. Biz bir binayı giriş katını daha yüksek yapıp, onu cemekanlı bölümlerle kaplarsak ve üst kısımlarını daha kısa görece konut olarak kullanırsak, bu sefer giriş katıyla, deprem sırasında, sarsıntı sırasında giriş katıyla, üst katlar birbirinden farklı binalarmış gibi hareket etme eğiliminde oluyor. Ve bu şekilde maalesef genelde ilk katın üzerine çökme gibi bir yapıyla karşılaşıyoruz.

Yani bakacağımız kriterlerden biri, kat yükseklikleri aynı mı? Giriş katında üst katlardan daha yüksek galeri mağaza tipi bölümler var mı? Bu da önemli bir kriter. Şu demek de anlamına gelmiyor açıkçası. Şimdi dinleyicilerimize böyle bir yanlış mesaj oluşmasın. Bu tip, tüm binalar risklidir gibi bir yaklaşım söz konusu değil. Eğer böyle bir yapı olacağı, zaten tasarım seviyesinde hesaba katılmışsa, bunun da güvenli hale getirilmesi mümkün. Bir diğer kriter diyelim, binaların bitişik nizamda olması.

Şimdi genelde toplumda şöyle bir izlenim de olabiliyor gördüğümüz kadar. İki bina bitişik nizamda ise bu binalar çok sağlamdır, birbirine dayanır gibi. Aslında deprem sırasında tam tersi bir durum oluyor. Bu iki bina birbirine çarparak çekişleme dediğimiz bir hasara neden oluyor. Ve hele bunların kat seviyesi birbirinden farklı ise birbirine çarparak dış cephe kolonlarında önemli hasarlar üretebiliyor.

Yapışık binaların dezavantajları

Cüneyt Toros: Arada boşluk olması lazım. Bizde çok yaygındır bu 80'lerde başlayan kötü kentleşme ile çok fazla kullanıldı, belli mahallelerde özellikle. Bu çok tartışıldı daha önce 99'da da. Birbirine yapışık binalar aslında yan binanın riskini de bir şekilde taşıyor oluyorsunuz. Sizin binanızda risk olmasa bile. Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum.

Dr. Ceyhun Eren: Çok doğru çünkü iki bina birbirinden farklıdır. En başta söylediğim gibi ikisinin de kimliği farklı, ikisinin de doğal titreşim terörü farklı. Bununla beraber daha farklı kriterler de var. Şöyle düşünebilirsiniz daha çok okul binalarında görüyoruz, böyle bant pencere gibi. Kolonların belli bir seviyeye kadar tuğla duvarla örülmesi ama belli bir seviyeden sonra cam bölmeler yapılması.

Buralarda kısa kolon dediğimiz, biraz daha kolay ayırt edilemeyecek bir kriter diyelim. Böyle bir kolonda hasar görebiliriz. Bunun dışında L şeklinde, U şeklinde demiştim bu binaların mutlaka bu bölgelerinde dilatasyon dediğimiz bu farklı şekil yapıldığı yerlerde de boşluğa ihtiyacımız var. Aslında bunlar tamamı şu anda yürürlükte olan yönetmelikte son derece iyi biçimde anlatılmış durumda. Ama en önemlisi nedir derseniz aslında binaların içindeki, betonarme yapının içindeki demir donatı ve bunların yerleşim şekilleri. Neden bu kadar önemli?

Aslında betonarme kelime olarak beton ve demirin bir araya gelmesi anlamını taşıyor. Bunun nedeni de şu, beton siz ne kadar yükleyebilirsiniz ciddi bir basınç kabiliyeti var. Basınca dayanabiliyor ve bu anlamda çok iyi bir yük taşıyor malzeme. Ama siz bu betonu eğip bükmeye başladığınızda, itmeye başladığınızda neredeyse sıfıra yakın bir dayanımı var. Yani bu ne demek çok kırılgan bir malzeme.

İşte bunu ortadan kaldırmak için içerisine demir donatı yerleştirilerek iki malzemenin iyi taraflarını, iyi özelliklerini bir arada kullanma yönelik bir tasarım yapılıyor. İşte böyle olunca beton sırasında da yatay bir hareket olduğundan mutlaka demirle betonun bir arada hareket etmesini sağlamamız gerekiyor. İşte burada da özellikle demirin nasıl bir cins de olduğundan, kalınlığından nasıl yerleştiğine kadar böyle ayrıntılar söz konusu oluyor.

Bina kontrolünde profesyonel hizmetin gerekliliği

Cüneyt Toros: İşte o bizim gözle tespit edemeyeceğimiz kısıma girdim şu anda değil mi Ceyhun Bey? Yani şu ana kadar anlattıklarınıza bakabiliyordu vatandaş. Ama tam ve en önemli noktayı tespit edemiyoruz. Yani o demirin oranı bir de etsek bile anlamayız zaten neyin ne olduğundan.

Dr. Ceyhun Eren: Aynen öyle. İşte burada da profesyonel dediğim gibi bir hizmet alınması gereği ortaya çıkıyor. Çünkü son İzmir depreminde de gördük ki yıkılan binalarda maalesef bir kere demirlerin yapısının düz olduğunu gördük. Düz ne demek? Hiçbir girinti çıkıntı olmaması ve betonun içerisinden çok kolaylıkla sıyrılması anlamına geliyor. Ve bir diğer önemli ayrıntı, şunu gördük ki bu demirleri boyuna yerleştiren demirleri birbiri arasında tutmaya yarayan, enine, biz etriye diyoruz biz inşaat mühendisliğinde. Bu demirlerin de eksikliği ya da sıklığının az olması. Geçmiş yıllardaki yönetmeliklerdeki değişimlere de bakarsanız aslında en önemli değişimler de burada ön plana çıkıyor. Bu birbirine saran demirler ne kadar sık olursa o binadaki deprem sırasındaki hareket o kadar iyi sönümleniyor, o kadar iyi bir davranış sergiliyor diye düşünebiliriz. Yine İzmir depreminden maalesef yıkılan binalardan örnek verdiğimizde bu saran demirlerin oldukça geniş aralıklarla yapıldığı ve zaten kırıldığını görüyoruz. Bir diğer önemli konu ise hemen onu da yeri gelmişken söyleyeyim. Bu demirlerin bir takım etkenlerden dolayı burada tabi nem de olabilir, işte oksijen burada en önemli etken tabi ki paslanması ve taşıyıcı gücünü kaybetmesi diyebilirim.

Cüneyt Toros: Ona uygun demir kullanmak, belli kalınlıkta demir kullanmak gerekiyor tabi bütün bundan önlenmesi için. Tabi bunların hepsi de maliyet kalemi olarak karşımıza çıkıyor. Zaten Türkiye'de genellikle evet her şey yönetmeliklerde bunlar açık ve net fakat uygulamada zannedersem maliyet kaygısıyla bazı şeylerden feragat ediyor bir kısım müteahhitler diyeyim ben.

Dr. Ceyhun Eren: Şöyle yorumlayalım, aslında binaların inşaat yıllarına baktığınızda bu da bizim için önemli bir etken olarak ortaya çıkıyor. Çünkü şöyle düşünmemizde fayda var işte 1950 yıllardan beri betonarme yapılar ülkemizde yapılmaya başlandı. Ancak deprem yönetmeliklerine baktığınızda değişim yılları tabi 60'lı yıllarda da var ama 1975, 2007 ve 2018 diye düşünebilirsiniz son güncel yönetmeliklerimiz.

Tabii 99 depreminde şöyle bir etkisi oldu onu da söylemeden geçemeyeceğim. Çok olumlu anlamda yapı denetim uygulamaları başladı ve zorunlu hale getirildi. Yani eski yıllarda hem teknoloji olarak biraz eksikliğimiz vardı. Bu kast ettiğim işte 90'lı yıllarda depremden önce yapılan binaları da incelediğimizde o zaman hazır beton kullanımı da çok yaygın olmadığı için. Yani siz en iyi, en kaliteli malzemeyi bile kullansanız, yapılan bir karışımla beton döküldüğü için kalitesinde maalesef tutarsızlıklar görünüyor haliyle. Ve bu merhullü demirin yaygınlaşması da aslında belli bir yıldan sonra oldu. O yüzden hani bütün eski binalar risklidir anlamı çıksın istemem ama binaların inşaat tarihinde deprem riski üzerinde etkisinin olduğunu söyleyebilirim. En nihayetinde hem yapı denetimi hem de yönetmelik değişimlerini düşündüğümüzde.

Deprem ve yapısal olmayan materyaller

Cüneyt Toros: Evet binaların durumu böyle bir de ilk başta siz söylemiştiniz. Yönetmeliklerin hepsi can güvenliğini sıfıra indirmek üzerine kurulu demiştik. Şu ana kadar yapısalların davranışı üzerine konuştuk yani binalarımızın davranışı. Bir de yapısal olmayanların davranışı şeklinde adlandırabileceğimiz bina içi ağır malzemelerin durumu. Hepimizin yaşadığı evlerde hani biz dolaplarımız olarak daha çok ağır malzeme olarak söylüyoruz ama başka materyaller de olabilir. Burada durum nedir? Yani duvarları sabitlemek, işte kütüphaneleri, dolapları hep söylenen bir şeydir ama bunun dışında da yapılması gerekenler var mı yapısal olmayanlar konusunda?

Dr. Ceyhun Eren: Bu o kadar önemli bir konu ki aslında çok önemli bir noktaya değindiğimiz.

Cüneyt Bey çok teşekkürler. Aslında bizim de Allianz Teknik olarak toplumumuzda farkındalık yaratmak istediğimiz risklerin başında bu yapısal olmayan riskler geliyor. Bunu şöyle düşünebilirsiniz aslında bir binada kolon, kirişler, döşemeler haricinde kalan neredeyse her şey yapısal olmayan eleman diye düşünebilirsiniz. Ve binaların da maliyetinin büyük bölümünü bu malzemeler oluşturuyor aslında bu bölümler oluşturuyor. Yani yapıyı ayakta tutan maliyet bir yapının %30'u %40'ı iken yapısal olmayan elemanlar bunlar ne diye düşünürseniz işte asma tavandan cam giydirmeleri, içerideki dekoratif malzemeleri.

Sonrasında bizim tabii yerleştirdiğimiz iç dekorasyona kadar giden çok çeşitli hem mekanik tesisatın da içine girdiği çeşitli bölümler. Şimdi önce isterseniz konuttan başlayalım. Şimdi binalarımızın deprem güvenliğini hızlı bir şekilde nasıl ölçebileceğimizi gördük. Ama bundan daha da önemlisi aslında içeride bizim neler yaptığımız. Binamız hiç hasarlanmayacak olsa bile bu hasarlanmamasını sağlayacak şey aslında binalarımızın hareketi olacak. Yani mutlaka belirli bir seviyede bu enerjinin sönümlenmesi için binamız bu depremde hareket ediyor.

Deprem bir talepte bulunuyor. Binamız da ona hareket ederek bu talebi haşlamaya çalışıyor. Bu hareket sırasında ağır objeler, burada özellikle dolaplar hele evde zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz yatak odasında devrildiği zaman üzerimize yatağa doğru gelebilecek dolaplar varsa bunların mümkünse yönün değiştirilmesi, olmuyorsa da sağlam uygun malzemelerle diyelim yine, bunların duvara sabitlenmesi ve bina ile beraber hareket etmesini sağlamamız çok önemli.

Yine devrildiği zaman sıkıntı yaratabilecek özellikle can bölmeler ya da camekan dolaplar, televizyon gibi ağır malzemeler. Bunlar bizi hele karanlıkta yaşarsak bu depremi ciddi yaralayıcı unsurlar olabilir. Araştırmalarımız da onu gösteriyor. Can kayıplarının yaralanmalarının çoğu bu yapısal olmayan elemanlardan kaynaklanıyor. Bu da bilinen bir gerçek. O yüzden sabitleme, endüstriyel tarafta yapacağımız çok daha fazla şey var bu arada konukların haricinde. Çünkü orada enerjiyle ilgili, mekanik tesisatlarla ilgili de çok şey var.

Yani şu anda trafodan tutun, serverlara kadar önemli bilgilerimizin yedeklendiği serverlara kadar, jeneratörlere kadar birçok mekanik elemanın da deprem güvenliği çok önemli.

Yeri gelmişken de şunu söyleyeyim, son bir senede başladığımız, yaptığımız testlerin çoğu da bu data kabinleri ya da büyük endüstriyel elektrik anahtarlarının bulunduğu kabinler diye düşünebiliriz. Ki şunu da hemen söyleyeyim, büyük bir depremden sonra öncelikli ihtiyacımız elektrik enerjisi olacak. Çünkü o kadar önemli ki, temiz içme suyundan tutun, ısınmaya kadar birçok faaliyetiniz elektrik enerjisine bağlı. O yüzden bu tip sistemlerin çalışabilir durumda olması çok önemli.

Deprem öncesi, sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler

Cüneyt Toros: Ceyhun Bey çok faydalı bilgiler veriyorsunuz. Ben son bölüme girerken bir iki konuyu bir yere de soracağım. Belki sırayla siz geçmek istersiniz. Şimdi bir de bağlı etkenler var. Tabii işte deprem sonrası olası yangınlar girdiniz gerçi biraz önce ama bağlı etkenlerin bizim üzerimize yaratacağı etkiler.

İstanbul depremini soracağım. Tabii ki sonunda hani belki burada bir tahmin yapmanızı istemiyorum. Tabii ki, belki de vardır tahmininiz ama İstanbul ülke ekonomisinin üçte birlik hatta daha bile fazlasını kaplayan bir şehir. Şehirleşmesi de belli. Durumu ortada. Buna bağlı olarak depremin öncesinde, sırasında ve sonrasında yapmamız gerekenleri üçünü bir arada hani cevaplayabildiğiniz kadar cevaplarsanız çok sevinirim.

Dr. Ceyhun Eren: Tabiki memnuniyetle. İstanbul'daki deprem senaryosuyla yapılan birçok çalışma var. Çok değerli. O yüzden benim de uzmanlığım, yapıların deprem davranışı olduğu için o konuya çok girmek istemem. Ama en önemli konu şu ki mutlaka büyük bir depremle maalesef diyorum karşı karşıya kalacağız. O yüzden depremden önce deprem sonrası neler yapmamız gerektiği aslında çok daha önemli. Hayatımızın bir gerçeği, ülkemizin bir gerçeği.

Şimdi depremden önce aslında neler yapılması gerektiğini biraz konuşmuş oldum. Çünkü bir kere sağlam bir binada oturmalıyız. Binamızın deprem güvenliğinden emin olmalıyız. Bu en önemli unsur. Tabii bununla beraber deprem sırasında neler yapacağımız da birazcık deprem öncesinde aldığımız aksiyonlara bağlı. Bir kere deprem tehlikesi belli, etkisi de az çok belli. İşte biz bu etkiyi nasıl azaltırız?

Alacağımız tedbirlerle buna odaklamamız gerekir. Bir kere güvenli yapıda oturuyoruz. Sabitlemelerimize, içerideki eşyalarımıza dikkat ettik. Ama o an geldi. O an geldiğinde ne yapacağız? Evimizde yakalandık diyelim depreme. Bir kere şunu kabul etmek lazım. Çok frekansı düşük olduğu için yani hemen her gün rastlamadığımız için hepimiz panik yaşayacağız. Yani bu bir gerçek. Bunu kabul etmek lazım, o sarsıntı anında. Ve yapacaklarımız da o kadar sınırlı ki Cüneyt Bey. Tabii şu anda sıcak konu çok fazla şey konuşuluyor.

Bir kere yaşam üçgeni diye bir kavramdan bahsediliyor. Şunu söyleyeyim hani kişisel olarak kimse de yanlış anlamasın ama öyle bir üçgen aslında yok. Yani biz eğer binamızın çökmesinden bir endişe duyuyorsak zaten o binada oturmamamız lazım. İkincisi burada bizim korunmamız gereken şeyler. İşte yukarıdan düşebilecek asma tavanlar, devrilebilecek objeler. O yüzden yaklaşımımız, başımızı korumak, vücudumuzu korumak yönelik olması. Ve kesinlikle neler yapılmaması gerektiğinden başlarsak kesinlikle koşup kaçmamaya çalışmalıyız. Yani deprem sarsıntı başladı. Ben hemen evden çıkayım, dışarıda olayım diye bir yaklaşımda olmamalıyız. Zaten biz koşmaya çalışırsak düşeriz. Ve belki daha fazla bir yaralanma başımıza bir yere çarparsak daha kötü bir sonuçla karşı karşıya kalabiliriz.

O yüzden genelde bizim Allianz Teknik’te de verdiğimiz temel afet bilinci, acil durum eğitimlerinden hep gösterdiğimiz bir simülatörümüz de var. Sizin de deneyimleriniz de var. O an çok farklı oluyor çünkü. Simülatörde yaşadığınız zaman bambaşka bir tecrübe oluyor. Bizim de gözlemimiz. Ve o anda bulunduğunuz yer en güvenli yer diyoruz. Yani çök, kapan, tutun diye akılda da çok kolay kalıcı.

Çök, kapan, tutun uygulayabileceğimiz yöntemimiz var. Yani olduğumuz yere çökelim. Çökelim, mümkünse cenin pozisyonu almaya çalışalım, vücudumuzu küçültelim ve başımızı koruyalım. Ve tutunabilirsek de tek kolumuzla sağlam bir yere tutunmaya çalışalım. Bu masanın altı olabilir veya bir kanepenin yanı olabilir gibi bölgelerden neredeysek aslında orası. O yüzden şunu da üzülerek söyleyeyim. Yıkılmış binalarda arama kurtarmalara katılan uzmanlardan da gelen sonuçlar bu. Yani hayatta kalabilmek tamamen tesadüf. Bunu söyleyeyim. Yani yıkılan bir binada nerede olduğunuzu çok da değiştirmiyor açıkçası. Tamamen tesadüf. Hayatta kalabiliyorsunuz. Ama ne mutlu ki iki tane çocuğumuz kurtuldu.

Şunu da söyleyebiliriz. Vücudumuzu ne kadar küçültebilirsek onun da etkileri olumlu oluyor. Yukarıdan düşen objelerden de korunmuş oluyorsunuz diyebiliriz. Kesinlikle kaçmamak, özellikle evde cam kırığı olmuş olabilir. Çıplak ayakla basmamak mümkünse terlik yiyerek çıkmak. Hele ortam karanlıksa elektriklerin de gideceğini düşünürsek, sarsıntı geçene kadar sakince beklemek. Sarsıntı geçti. Zaten yaşarken çok uzun geliyor ama birçok bekleme baktığımızda en uzunları 40-45 saniye diye düşünebilirsiniz. Aslında hiç de o kadar uzun değil bir taraftan. Ama o an hepimiz için farklı oluyor.

Sarsıntı bittikten sonra da binadan hemen çıkmak yerine, işte ikincil etkiler dedik ya bizleri de en çok korkutan noktalardan biri bu aslında. Doğal gaz kullanımının da çok fazla arttığı için deprem sonrası yangınlar çıkmasından da endişe ediyoruz. O yüzden eğer ocağınız açıksa ocağı kapatmak, elektriğiniz mümkünse kesmek, doğal gazı kapatıp, ondan sonra varsa bir deprem çantanız, acil durumda ulaşabileceğim şeyleri de önceden bir hazırlığınız varsa bunları da alıp o şekilde evden çıkmak.

Evden çıkarken de kesinlikle asansörü kullanmamak, yangın merdiveninden çıkmayı öneriyoruz. Dediğim gibi çok disiplinli bir konu. Yapacaklar da çok fazla ama hiç değilse bunlara dikkat etmek. Şeyi söylemeyi unuttum, sarsıntı sırasında camlara yaklaşmamak da bir diğer yapılması gereken önemli konu.

Kapanış

Cüneyt Toros: Ceyhun Bey çok teşekkür ediyorum. Gerçekten konu çok güncel ve siz de hem bir sigorta şirketinde üst düzey pozisyonda bu risk mühendisi olarak bu işin içindesiniz. Verdiğiniz bilgiler çok önemli çünkü pratik bilgiler halen yaşanmakta olan depremler ve sonuçlarıyla ilişki çalışıyorsunuz da. Tekrar teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için ve iyi çalışmalar diliyorum. Umuyorum her depremden ders alıyoruz. Bunu artık unutmadan sürekli gündemde tutmayı başarabiliriz toplum olarak.

Dr. Ceyhun Eren: Ben çok teşekkür ediyorum bana böyle bir fırsat verdiğiniz için ve dinleyicilerimize az da olsa bir faydası olduysa ne mutlu bana. Son olarak şunu da söyleyeyim. Bizim burada yapmak istediğimiz şeylerden de biri bu Allianz Teknik olarak. Birçok simülatörümüz hatta oyuncağımız var. Çocuklarımızın özellikle toplumsal risk farkındalığına hakkınmak için çocuklarımızın gelişimi çok önemli.

Ben üzülerek şunu söylüyorum. Toplumumuzdaki bilincin düşük olmasının bir nedeni de sanırım çocukluk döneminde alamadığımız, katılamadığımız eğitimler ve tatbikatlar. Şunu da söylemek lazım. Japonya'da niye bu kadar can kaybı az oluyor ve depreme karşı nasıl bu kadar iyi davranıyorlar? Aslında bunun sırrı çocukluk döneminden başlayarak aldıkları eğitimlerde ve hiç olmasa da 2-3 aydır yaptıkları deprem tatbikatlarında gizli. Çocuklarımızın da gelişimine katkıda bulunmak için elimizden gelen desteği de vermeye hazırız diyorum son olarak.

Cüneyt Toros: Çok teşekkür ederim Ceyhun Bey. İyi çalışmalar dilerim. İyi çalışmalar.

İlginizi Çekebilir

Yükleniyor...
Yükleniyor