• Gelecek
  • Teknoloji
  • Geleceğin Kültürel Kodları: Dijital Dünyada Hikâye Anlatıcılığının Sırları

Geleceğin Kültürel Kodları: Dijital Dünyada Hikâye Anlatıcılığının Sırları

Hikâye anlatıcılığı, insanlık tarihi boyunca iletişimin en güçlü araçlarından biri olmuştur. Dijital çağla birlikte bu kadim sanat, teknolojinin sunduğu imkanlarla daha da zenginleşiyor ve dönüşüyor. Bu dönüşüm, hikâyelerin yalnızca anlatım biçimlerini değil, aynı zamanda insanlarla kurduğu duygusal bağları da derinleştiriyor.

Bu bölümde, Storytel Akademi Kurucu Ortağı Eda Bayraktar, masal anlatıcısı Sıla Topçam ve karikatürist Emrah Ablak ile hikâye anlatıcılığının dijital çağdaki dönüşümünü keşfedeceğiz. Hikâye anlatıcılığının iş dünyasında liderlik ve pazarlama üzerindeki etkilerinden, dijital platformların yaratıcı anlatım üzerindeki rolüne kadar birçok konuyu derinlemesine tartışacağız. Hikâye anlatıcılığının geçmişle geleceği birleştiren gücünü ve dijital dünyadaki yerini anlamak için bu ilgi çekici yayını kaçırmayın.

Hakan Akben: Merhabalar, Code Yapı Kredi'nin sunduğu, Geleceğin Kültürel Kodlarını konuştuğumuz canlı online etkinlik serimizin dördüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Hakan, her ay Code Yapı Kredi'nin çatısı altında teknolojinin sosyal ve kültürel yaşamımız üzerindeki dönüştürücü etkilerini sektör profesyonelleri ve siz değerli izleyicilerimizle konuşmaya devam ediyoruz. Belki hatırlarsınız, geçen ay hayatımızı önemli ölçüde değiştireceği öngörülen 5G teknolojisi üzerinde konuşmuştuk.

Bu akşam ise iş ve gündelik yaşamımızın içinde her geçen gün tartışmasız bir şekilde önemi artan hikâye anlatıcılığı üzerinde konuşuyor olacağız. Hikâye anlatıcılığı nedir, temel unsurlar nelerdir, bugünün dünyasında dijital çağda teknoloji ve hikâye anlatıcılığının birleştiği yerde neler oluyor, işte bu konular üzerinde çok değerli konuklarla muhabbetleyeceğiz bu akşam. Tekrar hepiniz hoş geldiniz. Peki, bu akşamın konukları kimler olacak hemen kısaca konuşmacılarımızı sizlere takdim edeyim yine harika bir kadro ile beraberiz bu akşam. Sağ üst köşede Storytel Akademi Kurucu Ortağı Eda Bayraktar bizlerle, hemen onun altında sağ alt köşede ise oyuncu ve masal anlatıcısı Sıla Topçam bizlere eşlik ediyor bu akşam.

Ve hemen sol alt köşede ise pek çok kişinin de zaten yakından takip ettiği karikatür dünyasının önemli isimlerinden bir tanesi bir karikatür sanatçısı Emrah Ablak bizlerle. Hepiniz hoş geldiniz tekrar, konuklarıma da hoş geldiniz diyorum. Hemen ilk soruyu Sıla Topçam'a sormak istiyorum, masal anlatıcılığı ya da hikâye anlatıcılığı diyebiliriz belki nedir, ne değildir? Bize kısaca bu konu hakkında bir bilgi vermek ister misin?

Hikâye anlatıcılığı nedir?

Sıla Topçam: Öncelikle çok teşekkür ederim davetiniz için ve çok heyecanlıyım çünkü bu akşam burada çıkacak olan şeylerle ben de aslında böyle yeni yeni kafamda pencere açılacağını ümit ediyorum, öyle de hissediyorum. Yani hikâye anlatıcılığı aslında şu anda storytelling dediğimiz şey biraz daha bilinir, daha duyulur bir kavram oldu. Masal anlatıcılığı da diyebiliriz, ikisi arasındaki farkları da söyleyebilirim ama öncelikle insanın bağlantı kurma becerisi diyebilirim ben hikâye anlatıcılığına. Yani bizler hepimiz konuşuyoruz, başımızdan geçen şeyleri hikâye olarak anlatıyoruz ama bazıları bu başından geçen şeyleri duydukları olayları ya da insanlara söylemek istedikleri şeyleri daha çok bağlantı kurarak anlatıyorlar.

Neyle bağlantı kuruyorlar? Mesela anlatacakları kişilerle, ortamla bağlantı kuruyorlar, kendileriyle bağlantı kuruyorlar. Bazı hikâyeleri birbiriyle iliştirebiliyorlar ki hatta Antik Yunanda ‘‘rhapsodia’’ deniyor bu hikâye anlatmaya yani birleştirme, iliştirme, şarkıları birleştirme de deniyor. Ben mesela kendime daha çok masal anlatıcısı diyorum, bunun da sebeplerinden bir tanesi şu, masal dediğimizde belli bir yapı karşımıza çıkıyor ve bu yapının içinde hani hep derler ya masallar mutlu sonla biter. Masalda mutlaka bir şey çözülür, mutlu son değil ama mutlaka bir adil sonla bitiyor masallar yani iyiler hak ettiklerini alıyorlar, kötüler de hak ettiklerini alıyorlar ve belli bir düzen içinde ilerliyor. Ve masal dinlemek insanlarda bir rahatlama yaratıyor. Yani mesela bildiğiniz bir masalı yüz kere bile dinleyebilirsiniz. Önemli olan onun sonunu merak etmeniz değildir, böyle olacağını bildiğinize karşı bir güven gelişir. Masalda biraz bu var yani hikâyelerimizi masal biçimde de anlatabiliriz ama tabii ki bambaşka hikâyelerde kurgulayabiliriz. Açıklayıcı olabildi mi?

Hikâye anlatıcılığı ve iş dünyası

Hakan Akben: Müthiş, çok açıklayıcı oldu, gerçekten çok güzel. Yine çok sevdiğim bir arkadaşımın çok güzel bir sözü var, ‘‘iletişim yapmak, iletişim kurmak kişinin zihninde bir resim çizmek anlamına geliyor’’, demişti bana. Gerçekten çok doğru, bu resmi çeşitli betimlemeler kullanarak geçmişten, günümüzden… Bu bilginin aktarımı noktasındaki önemli enstrümanlardan bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. Bence harika bir giriş oldu. Ben buradan sözü Eda Bayraktar’a vermek istiyorum. Hikâye anlatıcılığı ve iş dünyasının kesiştiği yerlerde neler oluyor? Şöyle bir şey oluyor. Basamakları tırmanırken hikâye anlatıcılığın önemini kavramış durumdalar. İşte CEO'lar hikâye anlatıcılığının birtakım ögelerini kullanarak prezentasyonlar yapıyorlar, liderlik yapıyorlar, yöneticilik yapıyorlar. Ben çok merak ediyorum, bu hikâye anlatıcılığı ve iş dünyasının kesiştiği yerlerde neler oluyor?

Eda Bayraktar: Evet, merhabalar herkese. Teşekkür ederim Hakan. Çok güzel moderasyon ve yayın oluyor. Umarım bizi izleyenler için de öyle olacak. Şöyle giriş yapayım. Bir kere zaten Sıla da çok güzel bir başlangıç yaptı. Hikâyeler hepimizin hayatında var. Bu insanlık tarihi kadar eski diyoruz. Ancak insanlık tarihi kadar eski olan bu hikâyeleri günümüzde de hala ve hala neden bu kadar, kadim geleneği neden bu kadar kullanıyoruz? Her sektörde sektörden bağımsız karşımıza çıkıyor. Bu sektörlerin başına da tabii ki iş dünyası, pazarlama, iletişim bu tarz unsurlar geliyor.

Dolayısıyla, iş dünyasında nasıl hikâyeler karşımıza çıkıyor? En basit haliyle hepimiz iletişim kurarken, bir bağ kurarken o bağı daha güçlü bir şekilde kurmak, iletişimi daha aktif hale getirmek ve ikna edebilmek. Temelinde ikna ve iletişim var iş dünyasında da. İkna edebilmek için hikâyelerden yararlanıyoruz. Burada mesela akademi tarafında da verdiğimiz eğitimlerde, ben şu an Londra'dayım, İngiltere tarafında uluslararası markalarla çalışırken de hep şunun altını çiziyoruz. Markanızın, ürününüzün, hizmetinizin, yeni bir girişiminizin mutlaka bir hikâyesi altında bir hikâyesi olmalı. Bu hikâyeleri de böyle genellikle basmakalıp cümlelerle değil, kalıp modellerle değil diyoruz ki gerçekten herkesin özgün hikâyeleri kullanmaya ve kendi özgün hikâyelerini ortaya çıkarmaya ihtiyacı var. O yüzden biraz daha terzi usulü modellerden bahsediyoruz.

İş dünyasında peki nasıl kullanıyoruz bunları? Biraz daha yöneticiler diyelim ki çok üst düzey bir şirketin yöneticisiniz ve ekibiniz var ve ekibinizle daha iyi bir bağ kurmak istiyorsunuz. Ya da piyasaya yeni bir ürün çıkardınız ve o ürünü daha etkili bir şekilde pazarlamak istiyorsunuz. Bunların hepsinde hikâye unsurlarından, hikâye işleme tekniklerinden yararlanıyoruz. İyi ki de öyle oluyor çünkü öbür türlü sunumlarımız çok teknik, çok sayısal, hep söylerler ya powerpoint kusacağız artık, o tarz bir taraftan değil de tam anlamıyla bağ kurduğumuz, iletişim kurduğumuz, gerçekten insanları böyle gönül terine dokunduğumuz bir yerden hikâyeler anlatıyoruz. İş dünyasında biraz bu kısım kaçıyor gibi ama neyse ki şimdilerde şu günlerde hikâyeleri tekrar konuşur olduk. Dolayısıyla etkili iletişimin, etkili iknanın en temel yöntemlerinden bir tanesi olarak söyleyebiliriz hikâyeleri.

Hikâye anlatıcılığında asıl olan nedir?

Hakan Akben: Harika. Çok teşekkürler. Ben buradan sözü Emrah Ablak’a vermek istiyorum çünkü hikâye anlatımının çok farklı formatlarından bir tanesi karikatürü kullanıyor ve kendisine sormak istiyorum. Hikâye anlatımında asıl olan nedir? Hikâyenin kendisi mi, anlatıcının karizması mı, çizgiler mi, platform mu? Ne düşünüyorsun abi bu konuyla ilgili?

Emrah Ablak: Hikâye anlatımında asıl olan hikâyeyi anlattığın kişinin ilgisini her daim ayakta tutmaktır. Yani o koptuğu zaman iş biter. Şimdi benim, ben çizgi hikâyeciliği yapan birisiyim. Şöyle, kendi yaptığım medyayla ilgili size bir bilgi vereyim. Zamanında kağıt icat olduğu zaman popüler bir medya olarak birçok yerde kullanılmaya başlanıyor ve yakın zamana kadar kağıt popüler medyaydı.

Bizim yaptığımız iş popüler kültürle alakalı bir iş olduğu için popüler medyaları kullanırız ve bugüne kadar yaptığımız işi kağıt medyasına göre biz dizayn ettik. Karikatür olsun, çizgi roman olsun, çizgiyle bir hikâye anlatacağımız zaman bunun kağıt medyasına uygun bir şekilde biz organize ettik. Fakat geldiğimiz çağda artık popüler medya değişti. Kağıt değil, artık ekran popüler medya. Herkesin avucunun içinde ekran var. Dolayısıyla benim yaptığım iş aslında bir inovasyon. Kağıt medyasından çıkıp dijital medyayı tercih ettim ve dijital medyanın gerektirdiği kadar ilavede bulundum mesleğime, ses ekledim. Hikâye anlatıcılığını değiştirmedim, sadece inove ettim. İçine ses kattığım zaman çok daha kıymetli hale geldi tabii.

Hikâye anlatıcılığı ve mekan ilişkisi

Hakan Akben: Çok güzel. Aslında burada bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz. O da şu, bir hikâye farklı bir mecra ile buluştuğu zaman hikâyenin şekli şemali değişmeye başlıyor. Bu mecra ile uyumluluğu olduğu ölçüde hikâye karşı tarafta bir titreşim yaratabiliyor ya da o kitlenin ilgisine devam ettirebiliyor, sürdürebiliyor. Bu bağlamda ben önce Sıla'ya sormak istiyorum, sonra hepinizin bakış açısını merak ediyorum.

Şimdi Covid meselesi hayatımıza geldi, pandemi durumu, şimdi aşılanmalar falan tüm hızıyla devam ediyor. Bu çok güzel bir haber bu arada. Ama ne oldu? Toplantılar zoom'a kaydı. Hatta eğitimler zoom'a kaydı. Hatta konuşmacılık, hikâye anlatıcılığını profesyonel olarak yapan kişiler de ekranları öte ucundan seslerini duyurmaya, hikâyelerini anlatmaya devam ettiler. Tabii bazıları zorlandı. Bu yeni bir mecra oldu. Şimdi mecra değiştiğinde hikâye değişiyor mu? Mecra değiştiğinde oraya uyumsallaşma noktasında nasıl bakış açıları var? Orada yorumlarınızı merak ediyorum. Önce Sıla'ya sorayım, sonra Eda ile devam edelim.

Sıla Topçam: Tabii ki çok değişiyor. Çünkü hikâye anlatıcılığında mekan çok önemli. Birazcık şey yapmak istiyorum. Ben biraz performans sanatıya sahne olarak baz alıp bir devam edeyim. Çünkü aslında hikâye anlatıcılığı dediğimizde, hep konuşuyoruz ya bir sürü şey var neresinden bir yerden tutmak gerekiyor. Ben birazcık böyle performans ya da bir insanın durup insanlara bir hikâyeyi anlattıkları mecralardan bahsedeyim. Mekanın çok büyük bir önemi var burada. Yani bir kişi sahnede durup bir hikâye, bir masal anlattığında ayrı bir enerjiyle anlatır. Bir evin salonunda anlatıldığında ayrı bir şey anlatır.

Ya da şöyle gibi de düşünebiliriz. Bir anne çocuğuna uyurken anlattığında farklı bir enerjiyle anlatır. Nasıl mekanlarda anlattığımız hikâye değişip gelişiyorsa, tabii ki dijital ortamda bir ekranın karşısında da anlattığımız hikâyeler tamamen değiştirir. Bunun öncelikle sebeplerinden bir tanesi aslında burada tek başımıza olmamız. Yani şu an ben sizinle sohbet ediyorum ama evde tek başımayım. Evde tek başım olduğum için, bu kadar bir alanda kendimi kısıtladığım için beden ifadem, sesimin iletimi ya da kendimi ifade ediş biçimi bu kadar oluyor. Şimdi bu kadar aslında sınırlı bir dünya değil. Ben bunu sınırlı olduğu için söylemiyorum. Burada da ayrı bir sonsuzluk ve sınırsızlık durumu var. Ama buradaki temel olay nerede anlattığını bilmekten geçiyor. Yani az önce de bahsetti ya, Emrah Bey elimizdeki ekranlarımızdan görüyoruz.

Kağıt yerine artık onlar oldu, başka bir şeye geçtik. Orada da başka bir imkanlar var ama hala ben ya bir saniye burada anlatamam, ben elimi kolumu istediğim gibi kullanamıyorum, burada bunu yapamıyorum deyip kendimi kısıtlandırdığımda bu sefer söylemek istediğim şey yapmak istediğim şey karşı tarafa etkili olarak geçemiyor. Burada da göstergelerim var. Nasıl sahnede çıkacaksam ya da bir konferans vereceksen göstergelerim varsa giydiğim kıyafet, renkler, saçımı yapıştırdım ya da arkaya bir dekor koyuyor muyum, bu burada da aynı şey geçerli. Ne giyiyorum, arkamda ne görünüyor ya da işte hangi renkleri kullanmak istiyorum hepsi birer hikâye anlatıyor. Bu sebeple de mekan ve bağlam çok önemli.

Hakan Akben: Çok güzel evet yani mekan ve bağlamla hikâyenin şekillenmesi meselesi önemli. Peki Eda sen ne diyorsun bu konuyla ilgili?

Eda Bayraktar: Burada herhalde biraz bu kanalları biraz konuşmakta fayda var. Genellikle hikâye anlatımı deyince de daha çok hani böyle anlatım üzerine gidiyoruz ama storytelling'in içinde aslında hikâye tasarımını da bir yerde kullanıyoruz. Anlatım, performans odaklı işin içine almakla birlikte hikâyenin tasarımı var. Dolayısıyla hikâyenin tasarımı ve anlatımını bir arada kullanıyorsak eğer bunu hangi kanallarda anlatabiliriz? Bir, insanların karşısında sosyal olarak anlatabiliriz. İki, yazılı olarak hikâyelerimizi paylaşabiliriz. Sosyal medya bunun çok güçlü bir aracı. Kendi kişisel hikâyelerimiz olabilir, markalarımızın, girişimlerimizin hikâyesi olabilir. Üç, şimdi çok gündemde biliyorsunuz Hakan'ın da çok müthiş yayınları var Clubhouse'da. Sesli olarak hikâyelerimizi anlatabiliriz ve hikâyelerin anlatılmasına olanak kolaylaştırıcı olabiliriz, moderatörlük yapabiliriz ve bir taraftan dijital olarak dijital dünyada yani videolar üzerinden mesela bir film de bir hikâye anlatım sanatı olarak gösterilebilir. Ya da bir markanın ürününü tanıttığı hikâyesi de bir aslında hikâye anlatımına girer.

Dolayısıyla böyle temelde baktığımızda dört farklı kanal ortaya çıkıyor. Tabii bunun üzerine dijital kanalları, AR'lar, VR'ler, bu artırılmış gerçeklikler, sanal gerçeklikleri de ekleyebiliriz elbette çünkü günümüz dünyasında artık oraya doğru kayıyoruz. Dolayısıyla buradaki mecra değiştiğinde, kanal değiştiğinde hikâyenin anlatım türü de değişmek zorunda kalıyor ama içerik belki yani diyelim ki ben de iş dünyası tarafına örnek vereyim, bir marka hikâyesini yaratacağız diyelim ve bir markayla çalıştığımız zaman öncelikle markanın hedef kitlesi nerede daha fazlaysa diyelim ki Instagram mı kullanıyor? O zaman Instagram üzerinden sosyal medyada belki bir video üzerinden bir hikâye anlatacağız ve o hikâyenin şekli şemali değişmek zorunda. Ya da diyelim ki hiç Instagram ya da sosyal medya kullanmıyor tamamıyla YouTube'a odaklanacağız, dijital tarafta orada başka bir şey yapacağız ya da diyeceğiz ki ya bu jenerasyon markanın ulaşmak istediği hedef kitle Clubhouse’ı çok kullanıyor.

O zaman hadi orada bir oda açalım, hikâyeleri burada paylaşalım, burada anlatalım. Dolayısıyla orada anlattığımız hikâyeler de hedef kitleye göre, kullandığımız mecraya göre değişiyor, değişmek zorunda. İyi ki de öyle oluyor çünkü öbür türlü çok basma kalıp olurdu herhalde yani dijital dünyada olan bir şeyi alıp sadece yazılı olarak paylaşmak hem oturmuyor yani bir emanet elbise gibi durur diye tarif ediyorum ben onu. Bir şeyin oturması için de onun kullanıldığı mecra önemli, içerik önemli. Dolayısıyla bunlar ne kadar uyumlu olursa hikâye anlatımı da o kadar başarıya ulaşmış oluyor.

Hikâye anlatıcılığı, müzik ve dramatizasyon

Hakan Akben: Çok önemli. Buradan Emrah'a geçeceğim ama geçmeden önce önemli bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. Önemli olduğunu düşünüyorum yani kendimce önemli. Belki sizler de bir yorum yapmak istersiniz. Yani Emrah bu konuda belki bir yorum yapabilir. Sizler de öyle. Şimdi hikâye anlatımı meselesini temel olarak biz şöyle zannediyoruz. Birisinin anlatacak bir şey var, sahneye çıkıyor ve hikâyesini anlatıyor ve bir seyirciyle bir etkileşim yakalıyor ya da yakalamıyor. Ama son dönemde benim gördüğüm şöyle bir şey var. İnsanlar bu pandemik yalnızlıkların da getirdiği bir entelektüel birikimle beraber onlar da bu hikâyenin aktif bir parçası olmak istiyorlar ve parçası olabildiği hikâyeyi sahiplenerek onunla birlikte bir şeyler yapıyor. Yani şöyle söyleyeyim. Bir YouTube'da bir video yapıyorsunuz. Güzel bir video.

Altındaki yorumlarda o videonun hikâyesi devam ediyor. Bambaşka bir bakış açısıyla bambaşka yerlere gidiyor. Belki hikâye anlatıcısının ya da tasarımcısının ya da bir karikatüristin çizdiğinin ve hayal ettiğinin ötesinde bir muhabbet dönüyor aşağıda ve o da aslında bakarsan o hikâyenin bir parçası olarak hikâyeye destek oluyor. Aynı şekilde biz toplantı odasında bir şeyler konuşuyoruz. Toplantı odasından çıktığımız zaman bizim hakkımızda konuşulan şeyler de bizim hikâyemize bir eklenti olarak devam ediyor. Dolayısıyla sanki hikâye anlatımı ve hikâye üretimi meselesi bireysel bir çabanın yanında, kolektif bir çabanın içerisinde de böyle erimeye başladı gibi giriyor. Yani bireysellikten kolektif bir yaklaşıma doğru gidiyor.

İzleyiciyi de işin içerisinde aktif olarak dahil etmeye başladığında hikâye büyüyor. Anlam daha da artıyor gibi düşünüyorum. Ve bu konuda Emrah ne düşünüyor çok merak ediyorum. Çünkü Emrah belli fikirleri var. O fikirleri karikatür yöntemiyle işte hem internette hem de farklı mecralarda basılı yerlerde yayınlıyor ve bunun üzerine muhabbetler dönüyor. Burada hikâye devam ediyor. Başka bir boyut kazanıyor. Ne düşünüyorsun abi bu yaklaşımla ilgili?

Emrah Ablak: Şimdi aslında baktığınız zaman dünyada anlatılan 3-4 tane hikâye var. Yoksa 7-8 tane miydi? Onun bir sayısı var. Dönüp dolaşıp aslında biz aynı hikâyeleri anlatıyoruz. Fakat değişik üsluplar, değişik anlatımlar yani aynı hikâyeleri anlatıyoruz ama farklı farklı şekillerde anlatıyoruz. Şimdi ben hikâyecilikle ilgili şöyle bir şey demek istiyorum. Şimdi popüler birisinin mesela Atatürk'ün hikâyesini anlatıyorsunuzdur. Veya da herkesde var olan güçlü bir duygunun mesela Kurtuluş Savaşı gibi duygu yaratan bir şeyin hikâyesini anlatıyorsunuzdur.

Elinizde böyle güçlü doneler olduğu zaman hikâyeyi anlatmaya başladığınızda karşı tarafın ilgisi sizin üstünüzdedir. Dolayısıyla bu bir avantajdır. Daha sonra adım adım gitersiniz ve katar siz nasıl yaparsınız hiç bilmedikleri bir şey, o konuyla ilgili onlara hiç bilmedikleri bir şey verirsiniz. Bu bir hikâye anlatıcılığıdır, güzel bir hikâye anlatıcılığıdır. Ama eğer kendinizi anlatıyorsanız o zaman iş zorlaşır. Çünkü karşı tarafta hala hazırda bekleyen duygular yoktur. O duyguları yaratmak zorundasınız.

Şimdi bu noktada ben hikâyeciliğe şarkıcılığa benzetiyorum. Çünkü insanlar rahatlıkla konuşur ama bir insanla şarkı söylemesini veya hikâye anlatmasını istediğin zaman utanabilirler, ben onu bilmiyorum falan diyebilirler. Çünkü bu ikisi gerçekten birbirine benzer şeylerdir. Ve iyi bir hikâyenin içinde yeterince dramatizasyon ve yeterince müzik olmalıdır. Peki müziği biz nasıl koyacağız hikâyenin içine? Şimdi size ben buradan bir örnek vermek istiyorum. Geçen gün hanımla terasla oturuyorduk, iki tane martı uçtu üstümüzden. Martılardan bir tanesi ‘ee ee ee’ diye bağırıyordu. Ben de hanıma dedim ki bak martılardan bir tanesi dedikodu yapıyor. Ötekisi de ‘ee ee ee ee’ soruyor ona. Fakat bu benim aklıma takıldı yani martının ‘ee’ demesi benim için anlamlı ve içinde bir duygu barındıran bir cümleydi. TDK'ya girdim siz de girebilirsiniz. TDK'ya ‘e’ yazdım ve bastım. TDK e'nin seslendirmesini de veriyor. Hoparlöre basıyorsunuz ‘e’ diyor size. Fakat altında dört tane tanım var. Ben müsaadenizle o tanımları size okumak istiyorum.

Bir ünlem, başına getirildiği cümledeki kavrama göre çeşitli tonlar alarak birtakım duygular anlatan bir söz. E, artık bu söze diyecek yok. Örneği bu. İki ünlem, soru vurgusuyla şaşma ve merak anlatan bir söz. E, sonra. Üç ünlem, ardından gelecek söz ve davranışları öğrenmek amacıyla soru kavramı taşıyan bir beklenti içeren bir seslenme sözü. Burada örnek yazmamış ama ben size örneklendireyim. Eeee, başını da sallarsın zaten biliyorsun. Dört ünlem, öyleyse öyle olunca mademki öyle anlamlarında bir söz. Ee gitsin. Ee şimdi bu olmayacak mı? Şimdi dört tane örnek vermiştik. Ben size bu örnekleri çoğaltabilirim.

Biz bebeklerimize bile uyumaları için ‘ee ee’ deriz. Burada sanki bebek bize bir şey anlatıyor da biz bebeğe ‘ee ee’ ve en son da ‘e’ diye keseriz. Bu bebek lisanıdır. Bebek uyuması gerektiğini bir şeylerin artık bitmesi gerektiğini anlar o noktada. Bunun dışında biz konuşurken boşlukları da e harfiyle doldururuz.  Konuşurken arada böyle ‘ee’ diye boşlukları doldururuz. Şimdi ve bunlardan bizim dilimizde çok var. ‘Oo’ ‘aa’ filan. Böyle bir çok ses var. Bunlar mahalle dili kabul edilir. Yani bir spiker bir şey okuduğu zaman ‘ee’ ‘oo’ filan yapmaz dümdüz okur. Fakat bir hikâye anlatıcısının muhakkak bu müzikleri konuşmasının içine yedirmesi gerekiyor. Müziği eklemesi gerekiyor.

Şimdi burada benim kendi şeylerim var bir takım teoremlerim var. Ben bu e'lerin a'ların neandertal atalarımızdan bize miras olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar bu neandertaller konuşamıyorlardı ses çıkarıyorlardı. Ama birbirleriyle anlaşabiliyorlardı. Ve ilk müzik aletini ilk flütü yapanlarda neandertaller yani müzik biliyorlar. Dolayısıyla biz onların birbirleriyle anlaşırken müzik kullandığını ve dramatizasyon kullandığını düşünebiliriz. İyi bir hikâye anlatıcı bence içindeki neandertalı serbest bırakmalı. Bu hikâye anlatıcılığı çünkü tamamen bununla alakalı müzik ve dramatizasyon. Şu aralar en popüler videolara baktığınız zaman bunun şovunu görebilirsiniz.

Hakan Akben: Çok güzel bir yere girdin abi. Şimdi neandertal konuşamıyor ses ya da müziği icat ediyor. İşte ne bileyim konuşma aralarında kendimizi ifade edebilmek için bir takım...

Emrah Ablak: Abi müsadenle bir bilgi daha vereyim size müsaadenle bir bilgi daha vereyim. Dilbilimciler bakıyorlar dünyadaki en zor dil hangisi en kompleks dil hangisi. Afrika kıtasının güneyinde konuşulan dilin böyle acayip sesler çıkarırlar. Bu dilin en kompleks dil olduğuna karar veriyorlar ve çok şaşırıyorlar.

Bu insanlar bu dili nasıl kurgulamışlar ve YouTube’da filan açıp bakarsanız harfleri ben çıkaramıyorum. Yani bende o kabiliyet yok çünkü Afrika'nın güneyindeki bu insanlar neandertallerle asla birleşmemişler. Bizim hepimizde %5, %10 neandertal DNA'sı var. Biz konuşma kabiliyetimizi bir noktada birazcık kaybetmişiz. Afrikalılarda neandertal gene yok ama onlar hiç kaynaşmamışlar. Bir taraf kuzeyde kalmış bir taraf güneyde. Ve biz kaybettiğimiz o yetiği müzikle doldurmayı da başarmışız. Yani neandertalden gelen her şey çok da kötü değil bence. Böyle uçuşlardayım.

Hikâye anlatıcılığı ögeleri

Hakan Akben: Vallahi çok güzel. Ben burası buradan şuna gitmek istiyorum. Burası çok güzel bir noktaya geldi. Neandertaller konuşamadıkları için sesleri icat ediyor, müziği icat ediyor dedin abi. Ve orada aslında hikâye anlatıcılığı için en önemli malzemelerden bir tanesi de karşı karşıya kalıyoruz sanki. O da şu, tökezlediğimiz yerde hikâyemiz vardır gibi bir laf var. Kimse öyle Joseph Campbell'ın lafı mı çok emin değilim ama diyor ki tökezlediğin yerde hazinen vardır diyor. Dolayısıyla ben hep şunu görüyorum. İyi hikâye anlatıcıları, ilgi çekebilmek için bir senin dediğin taktikleri uyguluyorlar.

Herkesin gündeminde olan işte Kurtuluş Savaşı'nda örnek verdin ya da bazı liderlerden örnek verdin. Bunları hikâyelerin içerisinde serpiştiriyor ya da ortak acılardan yola çıkarak giriyor. Yani bu ortak acı meselesi karşı tarafta kulak kabartmaya başlıyor. Aaa diyor bende de böyle bir sorum var bakalım bu iş nereye gidecek diyor. Dolayısıyla aslında hikâye anlatımında bu acılardan beslenmek, sonra bir yükseltmek, Joseph Campbell'ın işte Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabı aslında hikâye anlatıcılığıyla ilgili ders niteliğinde olan bir kitap aslında baktığımız zaman ve orada çok güzel bir metafor var.

Ben de ona kısaca bir vereyim ondan sonra size döneyim. Metafor şu, analog bir saat gözümüzle canlandıralım saat 12'de 12 ve işte aşağıya doğru gidiyor. Bu 12 saat 12 tane farklı olayı aslında anlatıyor ve saat 3'den 3'ü geçtikten sonra karanlık bir dünyaya doğru gidiyor kahraman. Aslında şöyle başlıyor Yüzüklerin Efendisi'ni düşünün bir kişi bir kahraman var kahraman olduğunun farkında değil işte bir büyücü geliyor bir bir şey geliyor. Ona böyle bir maceraya çağırıyor o kişiyi ne bileyim size bir yeni bir yetki veriliyor ya da size yeni bir terfi haberi geliyor. Aa diyorsun yeni bir macera ama terfi ediyorsun ya da o maceraya gidiyorsun bir bakıyorsun bir takım canavarlar var bölüm sonu canavarları ne bileyim işte departmanda birileriyle tanışıyorsun müşteri tarafında sıkıntıları oluyor o oluyor bu oluyor. Bu bir macera onlarla uzlaşıyorsun yenmek demek sadece o kişiyi kılıçtan geçirmek onları ezmek demek değil günün sonunda o canavarlarla uzlaşarak da o bölümleri geçebiliyorsun. En sonunda o karanlık dünyadan çıkıyorsun ve sen artık o deneyimlerle artık şey olmuş hep yeni bir kahraman hep yeni bir insan oluyorsun.

Saat yine 12 yönüne doğru geliyor kahramanda ve artık bir başka maceraya doğru gidiyor artık ya prenstir prensestir ya kraldır ya kraliçedir böyle gidiyor ve burada hep şunu görüyorum ben. İdeal bir dalga gibi matematikte bilirsiniz böyle bir aşağı yukarı inen bir dalga vardır hikâyenin içerisindeki öğeler de inişli çıkışlı olduğu zaman anlatıcının ses tonunu inişli çıkışlı yaptığı zaman müzikte ki o tansiyon ve gerilmeyi rahatlamayı sürekli verdiğin zaman o kişiyi bir de işin içerisinde katabilirsen o dinleyiciyi hadi gel sen de bir ucundan tut bu hikâyenin parçası ol dediğin zaman o zaman bu iş bir efsane oluyor. Benim gördüğüm kadarıyla hani ögeler bunlarmış gibi görünüyor mesela burada Sıla ne düşünüyorsun sen bu anlattıkların bir anlam ifade etti mi senin tarafında bir masal anlatıcısı olarak?

Sıla Topçam: Tabii ki çok güzel bir yere geldi sohbet nasıl hani konuştuk ki hep aynı hikâyeler aslında birkaç tane hikâye var ve dönüp dolaşıp insanlık olarak o hikâyelerin çerçevesinde ilerliyoruz diye. hikâye anlatmanın kendi şeyi de öyledir yani temel yapısı da öyledir aslında. hikâye anlatman için ritim vardır eğer ritim yoksa zaten konuşmamızda bir ritim yoksa hiç kimse bizi dinlemez dinlemek de istemez ve aynı zamanda hikâye anlatmak demek tamamen her şeyinle bir şey anlatmaktır.

Yani yazılı olan bir şey okuduğum bir roman okuduğumuzda başka şeyler hissederiz orada, başka bir şeyler çağrıştırır hayal dünyamızda. O kelimelerin örüntüsü bambaşka yerlere götürür bizi ama hikâyeyi izlediğimizde o kişinin ses tonu o kişinin beden hareketleri bazen bir şey açıklamaz yapar, anlarız. Yani bunun yazıya dökülecek bir tarafı yoktur. Komple onu bütüncül olarak ele alırız. Şimdi şeyden bahsetmek istiyorum aslında. Temelde bazı yeteneklerle donatıldığımızda onları özümsediğimizde bilgisayar ekranından da aynı şey yapabiliriz. Eğer yetkinleşirsek ne yapmamız gerektiği konusunda ya da bir film çekmek istersek de bundan faydalanırız.

Öncelikle hani herkesin ilgisini çekecek hikâyelerden bahsettik ya, ben kendime her zaman şu soruyu soruyorum, ara ara hep soruyorum, neden anlatıyorum, insanlar beni neden dinlesinler? Açıp kitapları bir sürü masal kitabı var okuyabilirler, bir sürü roman okuyabilirler. Bir sürü masal anlatıcısı var, bir sürü hikâye anlatıcısı var, filmler var, neden insanlar zamanlarını ayırıp da beni izlesinler ben sürekli olarak kendime bu soruyu soruyorum. Ve sonra hani bu insanın kendi hikâyesini anlatma mevzusu var ya, dönüp dolaşıp biz hep, başıma şu geldi başıma bu geldi deyip kendi hikâyemizi anlatmıyoruz aslında.

Okuduğumuz bir masalda dinlediğimiz bir masalda maalesef masalları daha çok okuyarak öğreniyoruz ama dinlediğimiz bir masalda ya da biz şimdi, en son Nora Bir Bebek Evi diye Henry Ibsen'in bir oyunu var. Henry Ibsen'in bu oyunu masallaştırdık, bir roman da masallaştırdık. Bir hikâye de anlatıma çevrilebilir burada, işte ben neden bu hikâye anlatıyorum diye bir bilinç yerleştiğinde ortada bir şey kalıyor o da samimiyet. Yani düşündüğümüzde birisi samimi değilse onun anlattığı isterseniz dünyanın en iyi hikâyesi olsun dinlemeyiz. Bu samimiyet de biraz zor yakalanan bir şey insanın önce kendisine samimi olması gerekiyor.

O yüzden bir masal anlatıcısı eğitimlerde de bunu sıkça yapıyoruz. Neden bu masalı anlatıyorum, neden bu hikâye anlatıyorum, neden şimdi insanları durduk yerde bunu anlatıyorum, sorusunun cevabını kendine samimi bir şekilde verebiliyorsa. Hani yaralarımızdan da bahsettik ya, kendi yaralarımızı anlatıyoruz. Benim peki bu hikâye de beni çok etkiledi, bir hikâye de ben anlatmak istiyorum ama neden anlatmak istiyorum? Benim hangi yarama dokundu, benden çıkan bir şey var mı? Bunu da anlayarak, çünkü neydi? Önce kimlerden masal hikâye dinlerdik? Yaşlı, bilge, görmüş, geçirmiş insanlardan. Şimdi baktığımızda, benim tezim de masal anlatıcıları üzerindeydi ve orada böyle bir demografik bir araştırma yaptığımızda masal anlatıcılarının şu anda çoğunluğu kadın ve 35-40 yaş arasında mesela.

Yani tamamen özellikler değişmiş durumda. Peki şimdi bu günümüzde bu yaş ortalamasındaki insan bir şey anlattığında onun samimi olduğuna anlattığı şeyle ilgili kendi duyguların da kattığına inandığımızda onu dinliyoruz ve o zaman bir alımlama yaşıyoruz. Şey de çok hoşuma gitti, dediniz ya bu hikâye anlattıktan sonra bitmiyor, ya bireysel hani çıktım ben anlattım onlar da dinledi, bitti değil. Birisi gerçekten size bir şey anlatıyorsa illa aktif katılımınız olmak zorunda değil. Hayalimizle birlikte anlatımı destekliyoruz ve bizimle birlikte gidiyor. Ben ilk masal anlattığım zamanlar insanlar gelip şey diyordu, ya o kadar özlemişiz ki hiçbir şey olmadan sadece hayal etmeyi. Onunla devam ediyor, eğer bunu başarabiliyorsak bu samimiyeti yakalayabiliyorsak, diğer mecralarda da işte bu dijital dünyada da, oradaki yetenekleri de ekleyerek bu samimiyeti de katarak bambaşka bir yerlere ulaşabiliriz. Oradaki bence ince ve hassas nokta orası diye düşünüyorum.

Hikâye anlatıcısı nereden beslenir?

Hakan Akben: Süper, bu arada bir izleyici sorusu gelmiş Selim Yılmaz bize bir soru sormuş. Demiş ki, bence bu soruyu tabi Eda'ya yöneltmekte keyifli olabilir. Hikâye anlatıcılığıyla ilgili işte bu arada kitap önerisi sormuş, bunu en son söyleyeceğim en son sizden birer kitap önerisi alırız, yani bunun programı sonunda. Ama demiş ki, şu zamanda iyi bir hikâye anlatıcısı olabilmek için nerelerden beslenmek gerekir, internetten mi, edebiyattan mı, hayattan mı, nerelerden besleneceğiz? Yani hikâye anlatıcısı olabilmek için o içeriği nereden bulacağız, diye güzel bir soru sormuş. Ben önce bir Eda'ya sorayım sonra Emrah'a da bu soruyu yöneltmek istiyorum, belki Sıla da cevap vermek isterse onu da sormak isterim çünkü bu konuda içerik üreten insanlar, Eda ne diyorsun?

Eda Bayraktar: Çok güzel bir kere Joseph Campbell üzerinden girdik bu sohbeti o yüzden kalbimi çarpıttı. Joseph Campbell da benim mentorlerimden, kahramanlarımdan bir tanesi, çok etkilendiğim bir filozof. O cümlesi de senin söylediğin cümle de zannediyorum oraya atıfta da bulunduk, ‘‘girmeye korktuğunuz mağara, aradığınız hazineleri barındırır’’ diyor. Hangi mağaraya girmekten korkuyorsak aslında orada bizim için bir şeyler saklı ve gizli.

Bu felsefeden çok etkilenerek ben de yüksek lisans sezimi Kahramanın Yolculuğu üzerine yapmıştım. O yüzden benim kalbimi çok çarpıtır tekrar buradan selam edelim mutlaka görüyordur bizi bir yerlerden diye düşünüyorum. Şimdi diğer soruya gelecek olursak da şöyle, herkesin kanalları ilham kanalları kaynakları çok farklı ben kendi üzerimden örnek vereceğim belki herkes kendince kendi örneklerinde yaratabilir. Ben sosyoloji mezunuyum, sosyolojide bütün kültürler diller o kültürlerin farklılıkları beni muazzam etkiliyordu, ders kitaplarında okuduğum o zamanlar üniversite zamanları. Sonra yaklaşık üç sene önce İngiltere'ye Londra'ya taşındığımda burada birebir kültürlerle temas etme fırsatı buldum ve onlardan birebir hikâyeler dinledim.

Bu benim için müthiş bir zenginlik, ben bir kere insanlardan çok besleniyorum her insan okunacak bir kitap derler ya, gerçekten öyle. Kitaplar ve internet tabii ki bir kaynak ancak dışarısı muazzam bir kaynak, dolayısıyla bulunduğunuz çevre etkileşime geçtiğiniz insanlar, kişiler, kurumlar hepsi muazzam bir hikâye ilham kaynağı bizler için. Ben insanlardan çok besleniyorum. İkincisi doğa beni çok etkiliyor uzun uzun orman yürüyüşlerine çıkıyorum ve orada kuşların sesleri o çiçeklerin müthiş kokusu o kadar farklı kokular var ki ve o kadar dikkat etmiyoruz ki normalde, yanından geçerken. Ama bir odakla birlikte o sadece doğanın yürüyüşüne sadece yürüyüşe odaklandığımızda ve dışarıdan gelen seslere odaklandığımızda bambaşka kapılar açıyor. Doğa da beni çok besliyor.

Bir üçüncü olarak da, bunu hikâye anlatıcılığı eğitimlerinde de çok söyleriz, beş duyuyu, yine bununla alakalı bir durum ben biraz daha yaratıcılık tarafından da alıyorum. Beş duyumuzu ne kadar geliştirirsek beş duyudan kastım sadece görmenin dışında koku duyumuz mesela tat duyumuz mesela bir yemek yerken sadece yemeğe odaklanmak ve oradaki tatları böyle çıkarmaya çalışmak ya da bir müzik aleti çalmak ses duyumuzu geliştirmek tat duyumuzu geliştirmek, bunlar yine anlatıcılığı çok besleyen kanallar.

Bir de benim kişisel hobim ve şu an tabii ki işimle de alakalı aslında ben farklı kültürlerin düğünlerine, cenazelerine katılmayı seviyorum. Çünkü orada müthiş bir gözlem yeri ve oradaki gözlemden karakterlerden bir sürü hikâye çıkıyor ve onlardan kelimeler kültürlerden hikâyeler topluyorum. Burada bizim karşı komşumuz Japon, onunla böyle inanılmaz bir diyaloğumuz oluyor. Bana Japon hikâyeleri anlatıyor, Japonya'dan kelimeler anlatıyor ve farklı farklı kültürlerden kelimeler toplamakta, mesela deyindik ya Emrah deyindi çok güzel neandertal, nereden girdik kültürle hani burada söylediğimiz geleceğin kültürel kodları diyoruz ya, kültürün içinde aslında bir hikâye saklı, hikâyeler gizli.

Mesela Japonlar için doğa müthiş bir ilham kaynağı ve doğaya o kadar önem veriyorlar ki, bununla ilgili milyonlarca kelimeleri var. Ormanda yürüdüğünüzde böyle güneş ışınlarının o yapraklar arasında sızıntı yapması güneş ışınlarının yapraklar arasında böyle kaçması demek buna bir isim koymuşlar. Ya da İtalya'ya baktığımızda İtalyanca'da ‘dolce fermiente’ var hiçbir şey yapmamanın yapmamanın güzelliği, diyorlar. Yani orada da böyle biraz güzelliğe estetiğe bir muazzam bir ilgi var. Dolayısıyla bütün kültürlerde dillerde bu kültürel kodları hikâyeleri gözlemlemek benim için hikâye anlatımını etkili kılmak için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar benim nacizane kaynaklarım.

Hakan Akben: Müthiş ben buradan yönlendireyim çünkü biliyorum ki kendisi aynı zamanda bir motor tutkunu ve motorla uzak yerlere giden seyahat eden birisi. Malzemeleri toplarken, kreatif hikâye anlatımı, yaratıcı hikâye anlatımı noktasında malzemeleri toplarken neler yapıyorsun abi, nasıl malzeme topluyorsun?

Emrah Ablak: Abi ilk başta ben de öyle zannediyordum. Maceraları toplamak için gezmek, çok gezmek, maceralara atılmak lazım filan. İlk başta ben de öyle zannediyordum ama değil abi. Hepimiz insanız hepimiz aynı duyguları yaşıyoruz. Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz aslında, motorla da gitsen yürüyerek de gitsen aynı duyguları yaşatıyor sana hayat. Farklı bir duygu yaşamıyorsun, dolayısıyla hikâye anlatıcılığında önemli olan yaşadığın şeylerin farkında olmak ve yaşadığın şeylerle güzel duygusal iletişime girmek. Eğer bunu başarabilirsen, atıyorum metrobüse tam oturacağım adamın biri ayağını önüme atıp benden önce tık diye oturdu. Adama çok uyuz oldum. Şimdi bu olayla duygusal iletişimi yeterince güçlü kurarsam ben bütün dünyayı bu adama düşman edebilirim, öyle bir hikâye yazarım.

Hakan Akben: Aslında Eda'nın söylediğiyle çok paralellik gösteriyor. Farkında olmak yani meselelerin farkında olmak iyi bir gözlemci olabilmek ve hatta gözlemlediğimiz şeyleri de takdir edebilecek bir nitelikte onları hikâyelerimize ya da içeriklerimize ya da yaşamımıza dahil etmeye açık olabilmek belki de. Bu böyle anlıyorum. Sıla sen ne diyorsun, senin bir de oyuncu tarafın var aynı zamanda. Karakterden karaktere giriyorsunuz, o da ayrı bir dünya aslında baktığımız zaman. Mesela samimiyet konusunda çok dem vurduğun için onu merak ediyorum. Samimi bir insan, samimi bir oyuncu, samimi bir hikâye anlatıcısı…

Bu samimiyet kavramı bizim ülkede bir karışık geliyor bana. Yani insanları şöyle yapıyoruz, sanki birisiyle karşılaştığımızda hemen bir etiket yapıştırmaya çalışıyoruz. İşte o yapıştırdığımız etiket, işte yakışıklı, güzel, çirkin, o, bu ya da akıllı bir etiketler yapıştırıyoruz. Bir etiket yapıştıramadığımız zaman samimi ya da samimi değil, sevdim ya da sevmedim gibi bir etiket oluyor.

Babamın bana söylediği bir şey var, ben de böyle biraz böyle konuşmamı falan yaptığım için. Babam bana hep şunu söyler der ki ‘‘oğlum’’ der, ‘‘senin ne anlattığın çok da önemli olmuyor belli bir noktadan sonra, insanlar kendilerine şu soruyu soruyorlar ben bu adamı sevdim mi sevmedim, eğer seni sevdiyse anlattığı şey ondan sonra bir anlam ifade etmeye başlıyor sanki.’’ Hani ne diyorsun Sıla? Hani hikâyede anlatımında belki bu konuyla da ilgi bir yorum yapmak istersin ya da içerikleri nereden topluyorsun, yaratıcı süreçler nasıl işliyor senin tarafta?

Sıla Topçam: Bu samimiyet tabii ki böyle ya kankalar nasılsınız falan gibi bir samimiyetten bahsetmedim. Samimi bir şekilde içindeki duyguları dışa vurmak yani yapmacıksız ya da harika şu anda çok mutluyum falan deyip böyle sahte gülücükler atmamaktan bahsettim. Eda çok güzel anlattı doğa zaten ilhamın en önemli kaynağı bizimde maalesef uzak kaldığımız bir şey şehir hayatında.

Yani çok da böyle doğa ile içli dışlı olabilmek için hatırlamak ve gökyüzüne bakmak gerektiği bir şey. Ben nasıl çıkarıyorum? Mesela örnek vereyim ben kendimden örnek vereyim. Tematik olarak şeyler beliriyorum diyelim ki savaşçı masalları. Bu iki noktadan yola çıkabiliyorum bunun için. Birincisi kendime bir soru soruyorum. Mesela ben nasıl bir savaşçı mıyım, çünkü o dönemde bir şeylerle savaşmam gerekmiş. Başımda bir işler var falan mücadele etmem gereken bir dönemdeyim, böyle kendimi sıkışmış hissediyorum ve diyorum ki ben nasıl savaşçıyım?

Ondan sonra bu soru aklıma düştükten sonra okuduğum her şey, izlediğim her şey, gündelik hayatta karşıma çıkan durumlar, olaylar, insanlar bu konuda algılarımda açık olduğu için veriler toplanmaya başlıyor. Sonra bu topladığım verileri belli bir sırayla işliyorum ama tabi bunun için önce ve hep sürekli olarak peki ben şimdi bunun için ne hissediyorum, böyle mi oluyor, şöyle mi oluyor bir şey anlamak için de anlatabiliyorum. Anladığım bir şeyi de anlatabiliyorum yani her zaman iş dünyamla birleştiriyorum bulduğum, anlattığım şeyleri. Böyle ilerliyor ya da mesela, özellikle bir şey hakkında konuşmak istiyorsam da ona uygun hikâyeler araştırıyorum.

Zaten bir hikâye anlatıcısıysanız kafanızda sürekli olarak dinlediğiniz okuduğunuz şeyler bir yere sınıflanıyor. Artık o bir alışkanlık haline gelmeye başlıyor. Aaa evet ya ben bunu şöyle bir şekilde anlatabilirim diyorsunuz. Aaa evet ya ben bunu bununla birleştirip anlatırım diyorsunuz. Artık hayat hikâyelerine de filmlere de tanıştığınız insanlara da ya da başımdan çok saçma şeyler geçiyor benim, herkesin geçiyordur büyük ihtimalle ama ben o başımdan geçen saçma şeyleri de ya ben bunu anlatırım falan diye bittikten sonra bir anlatıma çevirebiliyorum.

Hikâye anlatıcılığının geleceği şekillendirmedeki rolü

Hakan Akben: Süper harika bu arada izleyici sorularımız var baya bir soru geldi tabi hepsine değinebilecek miyiz bilmiyorum. Eda’ya bir soru soracağım ama önce bir hatta Eda’ya önce bir soru sorayım sonra da bir izleyici sorusunu aramızda işte Emrah'a bir sorayım. Bir başka izleyici sorusunuda işte Sıla’ya sorayım şeklinde böyle bir dağıtayım, konuyu toparlayalım. Eda şeyi sormak istiyorum sana şimdi, geçmişteki hikâyelerden geleceğe doğru bir köprü görevi görüyor. Yani bizim geçmişimiz bizim kimliğimiz yaşadığımız şeyler hikâyelerimizin içerisinde önemli bir anlam ifade ediyor. Peki hikâye anlatıcılığındaki bu gelecek kurgusu üzerine de yorumlarını merak ediyorum yani geleceğimizi inşa ederken hikâyeler bu işin neresinde?

Eda Bayraktar: Çok güzel, şöyle bir hocam vardı buradan da selam olsun. Onun ilk eğitimine katıldığımda bundan 8 sene önceydi, bana demişti ki eğitimin sonunda, ‘‘Eda bu işi profesyonel olarak yapacak ol ya da olma ancak şuna mutlaka dikkat et anlattığın dinlediğin tasarladığın hikâyeleri dikkat et çünkü o hikâyeler bir tohum görevi görür ve sen anlattığın hikâyelerde insanların zihnine bir tohum bırakırsın, o tohum günü geldiğinde yeşerir ve filizlenir, sen nasıl hikâyeler anlatıyorsun, umut hikâyelerimi anlatacaksın, umutsuzluk, savaş hikâyelerimi anlatacaksın bunlara çok dikkat et demişti’’ ve benim böyle tüylerimi diken diken eder her seferinde.

O benim kulağımı çok çalındı ve o dönemden beri hep aslında dinlediğimiz hikâyeler bizi şekillendiren de bir etkiye sahip. Çünkü gerçekten baktığımızda hani diyoruz ya masal işte bana masal anlatmalarla büyüdük ama aslında işin özünde o kadar çok seviyoruz ki masalları ve hikâyeleri. Çocukları anlattığımız masallar başkalarını anlattığımız hikâye masallarında onların geleceğin şekillendirme etkisi var. Bu gerçekten bir tohum gibi. Bunu mesela Sıla yakında çok güzel anlatır. Hani oyuncak müzesinin kuruluşunda hep söylerler ya çocukların oynadığı oyuncaklar der aslında onların hayalleridir. Aslında o dönemde hangi oyuncaklarla oynuyorlarsa gelecekte o hayalleri gerçeğe dönüştürürler. Diyelim ki uzay araçlarıyla oynuyorlarsa uzaya gitme hayalleri kurarlar ama eğer Hitler’in döneminde Hitler’in o çağından önce böyle savaşla ilgili oyuncaklarla oynamışlarsa işte onlar da Hitler’in askeri olurlar. Dolayısıyla hikâyelerde bu etkiyi görüyor aslında geleceğe şekillendiren bir etkiye sahip.

Çok sevdiğimiz bir örnek Jules Verne Ay’a Seyahat kitabı değil mi? Hepimizin bildiği acaba Ay’a Seyahati Jules Verne hayal etmeseydi o dönemde bununla ilgili bir kitap yazmasaydı, bilim kurgu yazmasaydı, sonrasında yıllar yıllar sonra aya seyahat gerçekleşebilir miydi? Ya da hikâyelerde masallarda hep görüyoruz ya uçan halılar ayna ayna söyle bana diyen cadılarla karşılaşırız. Zamanı birinde atalarımız acaba o uçan halıyla karşılaşmasaydı onunla ilgili hikâyeler masallar dinlemeseydi acaba şimdilerde bir yerden bir yere uçakla uçabiliyor olabilir miydik? Ya da o cadıyla karşılaşmasaydı atalarımız acaba şu günlerde elimizin altında Facebook'lar Google'lar Instagram'lar olabilir miydi? Kimsenin kimin nerede ne yaptığını görebilir miydik?

Dolayısıyla aslında hepimiz hikâyelerle şekilleniyoruz ve geleceği şekillendiriyoruz. Bunun bir başka yansıması da bence kendimize anlattığımız hikâyeler. Ya Eda sen bunu yapamazsın vazgeç bu sevdadan olmaz bak bu bu mümkün değil. Mümkün değil ile inandığımız zaman onun mümkün olmadığına inandığımız zaman gerçekten mümkün olmuyor. Ama gerçekten başka bir hikâyenin mümkün olduğuna inandığımız zaman gayet de çok tatlı oluyor. Ben o yüzden kendimize anlattığımız hikâyelere de insanlara hikâyelere anlattığımız hikâyelere de çok dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum çünkü tohum atıyoruz gerçekten.

Hikâye anlatıcılığı ve sosyal medya

Hakan Akben: Evet aslında bu çok bilinen de bir şey aslında konuştuklarımızda kendi bilincimizi alt bilincimizi kodluyoruz. Yani ve o bizim gerçekliğimiz haline geliyor dolayısıyla böyle yargı kendi kendimizi yargıladığımız durumlardan biraz kaçınmakta fayda oluyor, söylediğin gibi çok kıymetli. Kerim Yıldız sormuş demiş ki, sosyal medyayla birlikte dikkat süreleri de azaldı azalmaya da devam edecek diyor görünen o diyor.

Bu kadar kısa sürelerde hikâyeleştirme ne kadar mümkün diyor? Ben burada bu soruyu hemen Emrah’a sormak istiyorum çünkü sosyal medyada çok kısa sürelerde bir hikâye anlatma mücadelesiyle,  mücadelesi veren kişilerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum kendisinin. Bu yaklaşımla ilgili ne düşünüyorsun abi? Hikâyeler süreler, dikkat sürelerinin kısalması hikâye anlatımını ve anlatıcı zorlayan bir şey fakat bu bu nereye gidiyor sence?

Emrah Ablak: Valla ben karikatür sanatçısıyım zaten karikatür sanatının içinde karikatür okursun bir saniye içinde tepkini verirsin, zaten anlık bir şeydir yani. Böyle uzun vakitlere ihtiyacı yoktur. Olay özünde karşı tarafta duyguyu yaratmak, hangi duyguyu yaratacaksan ona karar verip onunla ilgili bir şey yapmak, istiyorsan bunu 3 saatte yaparsın istiyorsan bunu 3 saniyede yaparsın.

Hakan Akben: Yani hüzün vermek istiyorum dediğinde aslında mesela beyaz bir sayfayı açıyorsun yani diyorsun ki duygudan başlıyorsun. Yani aslında bir anda öyle de bize de bir ipucu vermiş olduğun gibi anlıyorum yani güldürmek istiyorum.

Emrah Ablak: Bütün olay o abi bütün olay duygudur. Yani diyoruz ya hani zaten hep aynı hikâyeler anlatılıyor. Çağların başından beri biz hep aynı hikâye anlatıyoruz sen ne anlatırsan anlat sonuçta karşı tarafta bir duygu bırakıyorsun. İçinde çok yoksal iletişim taşıyan bir şey hikâye anlatıcılığı dolayısıyla süreye çok takılmasınlar eğer süre olayı onları korkutuyorsa bence kısa sürelere insanların alışkanlık göstermesi çok daha avantajlı bir durum.

Hakan Akben: Süper ya bu aslında şu anlama da geliyor işte diziler 2 saat 3 saat süren diziler ve onun karşısında 20 dakika 10 dakika diziler.

Emrah Ablak: Bir şey daha söylemek istiyorum bu hikâye anlatıcılığı mevzusuna herkesin kafa patlatması gerekiyor çünkü eninde sonunda satman gereken ürün sensin. Ve eninde sonunda kendine bir eş bulup o eşe sen kendini satmak zorundasın. En olmadı bunu yapacaksın abi hayatında.

Hikâye anlatıcılığına yaklaşım

Hakan Akben: Çok doğru aslında yani hikâye mesele önemli burada mesela burada şu soruyu aslında getiriyor, yavaş yavaş söylerimizde sonuna gelir sonra hepinizden bir kitap önerisi rica edeceğim. Ama şu soru geliyor ya ben uydurduğum ya da anlattığım hikâye mi olmalıyım yoksa neysem onun hikâyesini mi ortaya çıkartmalıyım gibi bir durum söz konusu oluyor. Mesela sanatçılarda bunu görüyoruz, mesela müzik dünyasında.

Popüler bir müzik yapmak ve para kazanmak isteyen birisi popüler bir müzik ya da popüler bir content oluşturup o içeriye kendisini uyumlaştırmaya çalışıyor. Onun karşısında da ya ben böyleyim deyip çıkan birisi kendi içinden geldiği gibi bir şey yapıyor. İkisi de çalışıyor bu arada yani hedefe giden yolda hedef neyse artık, birisi para kazanmaksa kazanıyor, ötekisi işte ne bileyim kendini mutlu etmek istiyorsa o da bunu yapıyor. Dolayısıyla burada bu iki farklı ekol iyidir ya da kötüdür diyebilir miyiz sizce? Birisi profesyonel bakış açısı ötekisi de yürekten gelen hikâye anlatıcısı bakış açısı. Ne diyorsunuz?

Emrah Ablak: İşe yarıyorsa hepsi doğrudur ya.

Sıla Topçam: Yani iç içe geçebilir tabi ki bence. Çünkü zaten böyle bir devir içinde ya, yani Van Gogh'un çok sevdiğim bir sözü var, önce diyor hayalimi resmederim önce resmimi hayal ederim sonra hayalimi resmederim deyip yani ikisi iç içe giriyor gerçek ve hayaller yani olmak istediğimiz bir şey var, bir hikâye var o hikâyeyi yaratıp onun içine devam ediyoruz. Bu arada ben şuna değiniyorum her zaman hikâyemizi değiştirebilirim. Durup bir saniye ya ne kadar saçma bir hikâye içinde rol alıyorum ben şu anda değiştiriyorum. Ben bu hikâyeyi hop değiştirir ve sonra o hikâyeyi bence farkında olmak burada önemli olan ben hangi hikâye anlatıyorum bu hikâyeyi anlatmaktan hoşlanıyor muyum, hoşlanmıyorsam değiştiririm, hayatımı değiştirebilirim, kayınpedere beğendiremedim o da kayınpeder bulurum.

Hakan Akben: Eda sen bir paylaşım yapmak ister misin, bu konuyla ilgili bir görüş vermek ister misin ya da kitap önerisi sorabiliriz. Yavaş yavaş programımızın sonuna dalıyoruz süreyi de birazcık aştık ama bu konuyla ilgili bir yorum yapmak istersen dinlemek isteriz Eda.

Eda Bayraktar: Şöyle, ben ikisinin dengesinin önemli olduğunu düşünüyorum aynı şekilde. Ancak şöyle bir taraftan da burada küçük bir çizgi var belki böyle ki kendi büyüsüne kapılıp bazen çok kaptırıp kendimiz olmayan bir şey yaratıyoruz. Kendimizden böyle çok çok abartılı ve o kadar abartılı bir şey gerçek olmayan sahte bir şey karşı tarafa da ulaşmıyor. Dolayısıyla ben biraz hani being you biraz kendimiz olma taraftarıyım. Kendi anlatmak istediğimiz hikâyelerin tarzını türünü tabii ki değiştirebiliriz ama içerikte bence yalan dolan çok olmamalı. Biraz daha kendi özümüzün hikâyesini paylaşmalıyız diye düşünüyorum.

Hikâye anlatıcılığı ile ilgili kitap önerileri

Hakan Akben: Kesinlikle katılıyorum bu arada Yakup Kartal sormuş hikâye anlatıcılığı ile ilgili kitap önerir misiniz lütfen demiş. Ben önerileri almak isterim son soru olarak. Kim öneri ile başlamak ister? Abi senden başlayalım.

Emrah Ablak: Abi Stephen King'in hikâye anlatıcılığı ile ilgili bir kitabı var herkese onu öneriyorum muhakkak okumaları lazım.

Hakan Akben: Süper harika ya bu arada o Stephen King çok ayrı bir case. Günde sadece 3 saat ama her gün 3 saat yazarak inanılmaz bir külliyat oluşturmuş bir insan yani disiplinin ve ritüelin başarılı da karşılık bulmuş olan hali gibi. O yüzden çok özel bir insan o yüzden çok ben de merak ettim.

Emrah Ablak: Kendi yarattığı bir evrenin içinde bütün her şeyi kurgulaması filan olağanüstü değil mi?

Hakan Akben: Doğru harika bir öneri oldu bende bakacağım buna Sıla senin önerin nedir?

Sıla Topçam: Ben hikâye anlatmak için bol bol hikâye okumak gerektiğini savunuyorum ve Binbir Gece Masallarını hala okumayan varsa binbir gece masallarını okuduktan sonra vay vay vay diye böyle insanda bazı ampuller yanıyor. Binbir Gece Masallarını öneriyorum.

Emrah Akben: Çok güzel bir öneri Eda senden de bir öneri alalım.

Eda Bayraktar: Yani madem bahsini geçirdik Joseph Campbell'siz olmaz. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu bence yani benim hala burada başucu kitaplarımdan. Bir o, bir de işin içinde yaratıcılık sanat ve hayal gücü olduğu için ben çok besleniyorum Sanatçının Yolu Julia Cameron sanatçıların başucu kitabıdır yine aynı şekilde. Orada uygulamalar üzerinden aslında kendi içimizdeki sanatçıyı ve anlatıcıyı her ne yapıyorsak sanat adına onu çıkarmamızı sağlayacak pratikler 12 hafta boyunca bir yolculuk gibi düşünün, pratikleri sunuyor. Ben de hani bundan çok yararlandım yararlanmaya devam ediyorum o kesinlikle başucu kitaplarında olmazsa olmaz bence.

Hakan Akben: Quincy Jones belgeseli… Quincy Jones çok enteresan bir tip. Bugün Michael Jackson, Ray Charles hatta Frank Sinatra gibi isimlerle çalışmış efsanevi bir prodüktör. Bugün 80'li yaşlarında hala hayatta ve bir hikâye anlatıcısı aslında. Michael Jackson'ı Michael Jackson yapan bir tip, Frank Sinatra'nın orkestrasını yapan bir insan işte müzikal bacağını hayata geçiren birisi ve hiç unutmadım söylediği bir şey var. O da şu, ona bir soru soruyorlar diyorlar ki ya en sevdiğiniz müzik tipi ne müzik türü ne işte?

Pop da yapıyor çünkü caz da yapıyor işte blues da var o da var bu da var şöyle bir cevap veriyor diyor ki benim için müzik türlerin her biri birer çiçektir ama ben diyor çiçekleri seviyorum ama ben toprağın kendisiyle ilgileniyorum diyor. Yani o kadar güzel bir yaklaşım ki yani ben hikâyenin özündeyim arkadaşım diyor, çok güzel bir belgesel sizler de eğer izlemediyseniz sizlere de öneririm ve bizi izleyen arkadaşlarımıza da önemle öneririm. Ben bir daha izleyeceğim çok keyifliydi ya bu arada harika bir söyleşi oldu çok teşekkür ederim değerli zamanınızı ayırdınız sizleri bir araya getirmekle bizim için çok keyif oldu. Çok güzel bir söyleşi oldu çok teşekkür ediyorum katıldığınız için.

Emrah Ablak:  ben çok teşekkür ediyorum herkese de çok teşekkürlerimi sunuyorum, muhabbet etmek çok güzeldi.

Hakan Akben: Harika, o zaman çok teşekkür ediyoruz konuklarımızı bizlere izleyen herkese Code Yapı Kredi ile Geleceğin Kültürel Kodları’nda dördüncü bölümde dijital çağda hikâye anlatıcılığı üzerine muhabbetledik çok keyifli bir sohbet oldu. Bu sohbet canlı olarak yayınlandı ama YouTube'dan daha sonra dilersiniz izleyebiliyorsunuz. Bir başka bölümde yeni konuklar ve yeni konularla bir arada olmak üzere kendinize çok iyi bakın hoşçakalın diyorum.

İlginizi Çekebilir

Yükleniyor...
Yükleniyor