İnsanoğlunun merakı yalnızca gelecekle sınırlı değil. Bu dinmeyen merak bizi geçmişin gizemlerini çözmeye de sürüklüyor. Böyle bir merakın sonucunda Şanlıurfa’da ortaya çıkarılan Göbeklitepe, insanlık tarihi ile ilgili bilgilerimizi baştan yazdıran bir keşif oldu. Dünyanın bilinen en eski tapınağının barındırdığı sırları çözmek için arkeologlar hummalı bir çalışma yaptılar.
Bu yazımızda bugüne kadar yapılan analizlerin sonucunda ortaya çıkan bulguların ışığında Göbeklitepe’nin gizemini inceliyoruz.
Göbeklitepe'nin keşfi
Bölgedeki insanoğlunun geçmişine ışık tutan önemli kalıntıların gün yüzüne çıkma hikâyesi yeni olsa da bölgedeki ilk yüzey araştırmaları 1963 yılında Amerikalı arkeolog Peter Benedict tarafından başlatıldı. Ancak, belki de o gün ki teknik şartlar elvermediği için çok kapsamlı bir araştırma yapılamadı. 1994 yılında Alman arkeolog Klaus Schmidt tarafından tekrar fark edilince bölgedeki çalışmalar yeniden başlatıldı. Schmidt, yaptığı incelemeler sonucunda Göbeklitepe'nin sıradan bir yerleşim alanı olmadığını anladı.
Dünyanın en eski tapınak kompleksi
Tarihi, insanlığın medeniyete ilk adımı sayılan tarım devriminin öncesine dayanan Göbeklitepe, tarım öncesi toplulukların nasıl organize olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Tarım toplumuna geçişten önce toplulukların karmaşık yapılarının olduğu gerçeğini gözler önüne seren tapınak, toplumsal yapının evrimine ışık tutuyor. İnsanların sadece hayatta kalmakla değil, aynı zamanda topluluklar arası ilişkiler ve ritüellerle de ilgilendiklerini gösteren Göbeklitepe'nin en eski katmanları, milattan önce 10 bin yılı aşan bir tarihe yani Neolitik Çağ’ın başlangıcına kadar uzanıyor.
Göbeklitepe'nin keşfi ile birlikte arkeologların mutabakata vardığı, “toplumların, karmaşık inanç sistemlerini tarımın ortaya çıkışıyla birlikte geliştirdikleri” kanaati geçerliliğini kaybediyor. Bir antik tapınak kompleksi olması, Göbeklitepe’yi yaşının da ötesine geçen bir öneme sahip kılıyor. Bunun yanında, Göbeklitepe'nin taş sütunlarına özenle işlenen hayvan figürleri ve semboller tarih öncesi insanların düşünsel dünyasına dair önemli ipuçları sunuyor.
Benzersiz mimarisi ve sembolleri
Tapınağın, ana malzeme olarak kalker taşının kullanıldığı mimarisi ise kolektif bir çabayı doğruluyor. Bölgede bol miktarda bulunan bir kaya olan kalker taşının kullanıldığı büyük ve ağır taş sütunlar, birlikte hareket edebilen insan gücünü gerekli kılıyor. Bu taş sütunlardaki ince detay işçiliği ise dikkat çeken bir diğer unsur olarak öne çıkıyor. Sütunların üzerine oyularak işlenen hayvan figürleri ve semboller de gerçekçi anatomik detaylarıyla göz alıyor.
Tapınağın yüksek bir tepede inşa edilişi ve tapınak kompleksindeki taş sütunların farklı yüksekliklere sahip olması ise bir yapının veya alanın yüksekliği, genişliği ve derinliği gibi üç boyutlu özelliklerinin nasıl tasarlandığını gösteren 3D mimari düzenini sergiliyor. Değişik sembolleri belli bir çerçevede konumlandıran bu düzenin, tapınağı belirli anlamlarla ilişkilendirilmiş olabileceğini düşündürüyor.
Taş sütunlarda işlenen birçok hayvan figürü ve değişik semboller bu kalıntıların dini anlamlar taşıdığına işaret ediyor. Göbeklitepe'nin, çoğunlukla T şeklindeki iki sütunun çevresine dizilmiş daha küçük sütunlardan oluşan spiral yapısı, buranın ritüel veya dini törenlerin gerçekleştirildiği bir alan olduğu fikrini pekiştiriyor.
Ülkemizin arkeolojik mirasına büyük değer katan Göbeklitepe’nin bulunduğu çevrede bugüne kadar yapılan kazılarda 6 yapı ortaya çıkarılmış. Ancak hala gizemini koruyan bu bölgede 20 adet yapının daha yüzeye çıkarılmayı beklediği söyleniyor.