Gezegenimizdeki biyoçeşitlilik, yalnızca doğanın zenginliğini değil, aynı zamanda insanlığın hayatta kalması için de hayati bir kaynak oluşturuyor. Bu bölümde, WWF Türkiye Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem ile biyoçeşitliliğin önemini ve insan yaşamı üzerindeki etkilerini tartışıyoruz.
Türkiye ve dünya genelindeki biyoçeşitlilik kaybının nedenleri, bu kayıpların ekosistemlere ve insanlığa olan sonuçları masaya yatırılıyor. Dr. Kalem, sürdürülebilir yaşam için alınması gereken tedbirleri ve biyoçeşitliliğin geleceğe taşınmasının önemini aktarıyor. Daha sağlıklı bir gelecek için bu önemli sohbeti kaçırmayın!
Cüneyt Toros: Yapı Kredi ile Geleceği Konuşalım Podcast kanalına hoş geldiniz. Yaşamımıza yön veren konuları konuştuğumuz kanalımızda bugün biyoçeşitlilik ve biyoçeşitliliği korumanın önemi üzerine sohbet edeceğiz.
Gezegenimizin hızla tükenen kaynakları sadece biz insanların değil dünya üzerinde yaşayan canlıların da geleceğini tehdit ediyor. Gezegenimizdeki türlerin önemli bir bölümü insan nüfusunun artmasıyla yok olma tehdidi altında yaşam mücadelesi veriyor. Bu konuda sorulması gereken birçok soru var. Türkiye ve dünyada biyoçeşitliliğin durumu nedir? Biyoçeşitlilik kaybının altında yatan nedenler? Biyoçeşitliliği korumanın ve geleceğe taşımanın yolları, yöntemleri neler? Pandemi ile doğanın nasıl bir ilişkisi var? Bugün bütün bu soruları Doğayı Koruma Vakfı WWF Türkiye Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem'e soracağız. Hocam yayınımıza hoş geldiniz.
Dr. Sedat Kalem: Hoş bulduk Cüneyt Bey.
WWF Türkiye kimdir?
Cüneyt Toros: Hocam, önce şununla başlamak istiyorum. Artık sürdürülebilirlik kavramı dünyanın geldiği nokta tartışılmaz bir şekilde çevreye verdiğimiz insanların verdiği zarar ve buna bağlı olarak bunun etkilerini yaşıyoruz ve yaşamaya devam ediyoruz. Ancak dünyada sanki bilinç biraz artmaya başladı gibi geliyor bana. Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz? Bu anlamda önce WWF ile başlayalım. Çok önemli bir kurum. WWF Türkiye kimdir? Neler yapar? Nasıl yapar? Biraz böyle başlayalım sohbetimize isterseniz.
Dr. Sedat Kalem: Cüneyt Bey çok teşekkür ederim. Öncelikle beni böyle bir söyleşiye davet ettiğiniz için. Sizin de bahsettiğiniz gibi çok önemli bir konu, özellikle sürdürülebilir geleceğimiz için. Malum evrende hâlihazırdaki bilgilerimize göre yaşanabilecek tek yer dünyamız. Ve dünyanın ancak çok küçük bir bölümünde bütün canlılarla birlikte varlığımızı sürdürüyoruz. Son risk analizlerine göre Dünya Ekonomik Kurumu'nun halen dünyadaki küresel risklerin ilk beş küresel risk içinde dört tanesi doğayla ilgili. Dolayısıyla gerçekten önemli bir konu.
Artık kamuoyu gündeminde daha fazla yer aldığına şüphe yok. Ama yeterince yer alıyor mu ya da gerekeni yapma konusunda hızlı hareket edebiliyor muyuz? O ayrı bir soru tabii. Ama kesin olan şu ki yani bundan yirmi otuz yıl öncesine göre doğayla ilgili sorunlar daha fazla tartışılır oldu. Çünkü insanlar artık bir takım sonuçların birebir farkında oluyorlar. Bunu günlük yaşamımızda da görüyoruz. Havaların değişmesinden görüyoruz. İçinden geçmiş olduğumuz pandemi sürecinden görüyoruz. Bütün bunların hepsini konuşacağız. WWF Türkiye kimdir konusuna gelince.
WWF öncelikle bir uluslararası doğa koruma ağı. Bundan iki gün önce de 29 Nisan'da büyük bir tesadüf, altmışıncı kuruluş yılını kutladı. WWF şöyle aslında bir federasyon gibi doğa koruma derneklerinin ya da vakıflarının dünyanın farklı ülkelerindeki ortak bir federasyonu gibi öyle diyelim. 50'den fazla ülkesinde dünyanın WWF ismiyle faaliyet göstermekle beraber, çok sayıda ülkede de yerel vakıflarla, derneklerle, kuruluşlarla işbirliği içerisinde 100'den fazla ülkede de çalışmalar yapıyor doğa koruma çalışmaları. Türkiye'ye geldiğimizde tabii biz kendimizi WWF Türkiye olarak tanıtmakla birlikte aslında bizim geçmişimizde kurumsal olarak 1975 yılına dayanıyor, Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin kuruluşuna. Bundan 46 yıl önce duyarlı bir grup insan aydın bilim insanı. O yıllarda belki, hatırlayacaksınız ilk defa kelaynakların varlığı sorunu gündeme geldi.
Cüneyt Toros: Çok doğru. Urfa, Birecik'te çok önemli bir mücadele yapıldı bununla ilgili.
Başarıya da ulaştı diye biliyorum ama.
Dr. Sedat Kalem: Tabii ki. Ve bu olay artık Türkiye'de doğa korumanın bir anlamda sembolü haline geldi. Daha sonra işte benim de üniversite okuduğum yıllarda 80'li yıllarda özellikle Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin gazetelerdeki caretta caretta haberlerinden duyardım. Ve biliyorsunuz bugün caretta carettalarda özellikle Akdeniz sahillerimizde büyük bir tehlikeyi atlatmış oldular yıllardan beri gösterilen çalışmalar sonucunda tabii ki bunda Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin olduğu kadar kamu kuruluşlarımızın yörede yaşayan vatandaşlarımızın da işbirliğini unutmamak lazım.
WWF Türkiye'nin misyonunu biz şöyle tarif ediyoruz. 2021'den bu yana yani son 20 yıldır biz WWF Türkiye olarak anılıyoruz. Doğal Hayatı Koruma Derneği'nden WWF Türkiye'ye evrildik. Misyonumuzu da şöyle tanımlıyoruz. Bugün de hakkında konuşacağımız biyolojik çeşitliliği korumak. Nedir biyolojik çeşitlilik ondan bahsedeceğiz. Yenilenebilir doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlamak. Ki bu yenilenebilir kaynaklar içerisinde tarımsal kaynaklar, su kaynakları, balıklar, ormanlar gibi çeşitli kaynakları saymak mümkün. İklim değişikliğiyle mücadele etmek, kirlilik ve israfı önlemek suretiyle Türkiye'de ve dünyada insanın doğayla uyum içinde yaşadığı bir geleceği yaratmak için çalışıyoruz biz. Hangi alanlarda çalışıyoruz?
Deniz ve kıyılarda, tatlı su kaynakları ve sulak alanlarda zaman zaman ormanlarla ilgili çalışmalarımız var. Ama örneğin türlerle ilgili çalışmalarımız bizim daha çok ön plana çıkan çalışmalarımız oldu. Hala devam eden örneğin deniz kaplumbağa koruma çalışmalarımız gibi. Son yıllarda gıda ve tarım, bununla beraber iklim ve enerji konularında da çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunları nasıl yapıyoruz? Biraz ondan bahsedeyim uygun görürseniz.
Bir kere biz bütün konularda yukarıda bahsettiğimiz misyonumuz ve vizyonumuz çerçevesinde politikalar geliştiriyoruz ve öneriler sunuyoruz. Zaman zaman raporlar hazırlıyoruz bu ülke genelinde olabiliyor ya da daha genel çerçevede küresel ölçekte olabiliyor. Örneğin yaşayan gezegen raporuyla dünyanın barometresini tutuyoruz. Yaşayan gezegen endeksi nedir? Dünyanın yaşanabilirlik seviyesi nedir? İnsan etkisinin büyüklüğü nedir? Bu şartlar içinde de geleceğimiz nasıl görünüyor? Bunun sonuçlarında karar vericilerle paylaşıyoruz. Hatta geçen yıl pandemiyle ilgili de WWF'in bir raporu olmuştu ve bunu kamuoyuyla paylaşmıştık. Bunun yanında işte su ayak izimizin, su üzerindeki etkimizin büyüklüğünü, iklimle ilgili konulara dair önerilerimizi, raporlarımızı karar vericilerle, kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bunun ötesinde sahada iyi uygulama örnekleri sergiliyoruz. Örneğin deniz kaplumbağaları nasıl korunmalı? Sürdürülebilir tarım nasıl yapılabilir? Bir doğal alan nasıl daha iyi korunabilir?
Bunun pilot çalışmalarını ilgili paydaşlarla beraber sahada yaparak iyi örnekler sunmaya çalışıyoruz. Kamu ve özel sektör kuruluşlarıyla işbirliği yaparak onların sürdürülebilir adım atmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Ülkemizde ihtiyaç duyulan daha sürdürülebilir bir yaşam için gerekli kapasite desteğini sağlamaya çalışıyoruz. Türkiye'nin Canı diye örneğin bir programımız var. Yerel sivil toplum kuruluşlarının doğa korumaya yönelik projelerini destekliyoruz. Ya da belediyelerle, yerel yönetimlerle çalışarak onların iklim değişikliğine yönelik taahhütlerini güçlendirmek yolunda kendileriyle işbirliği yapıyoruz. Taraflar arasında müzakere, diyalog, ve kolaylaştırıcılık görevi yapmaya çalışıyoruz. Çünkü birçok çevre sorunun etrafında aslında tarafların birbirleriyle olan diyalog ve müzakere ihtiyacından kaynaklandığını da görüyoruz.
Örneğin bir su meselesi etrafında farklı beklentiler olabiliyor, farklı taraflar olabiliyor. Yerel yönetimler, çiftçiler, kamu kuruluşları, bir şehirde yaşayan vatandaşlar gibi. Dolayısıyla bu farklı beklentiler arasında bir uzlaşı sağlamak gibi çalışmalar yapıyoruz. Bunları yaparken de mümkün mertebe siyaseten tarafsız olmaya çalışıyoruz, bağımsız olmaya çalışıyoruz. Bilimselliğe çok önem veriyoruz. Yaptığımız bütün çalışmalarda akademik uzmanlarla, danışmanlarla çalışıyoruz. Yayınladığımız raporların çok güçlü bir bilimsel temele sahip olmasını çok önemsiyoruz. Argümanlarımızın bilim tarafından da destekleniyor olması çok önemli. Diyalog ve müzakere biraz önce bahsettiğim gibi kurumun üslubu ya da iş yapış şeklinden bir tanesi. Özellikle katılımcılığa ve şeffaflığa önem veriyoruz. Yaptığımız çalışmalarda mümkün mertebe yapıcı ve iyimser olmaya çalışıyoruz. Kötümser mesajlar enerjiyi düşürebiliyor, umutsuzluğa sevk edebiliyor. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar yapıcı ve iyimser olmak önemli. Saygınlığa da aynı ölçüde devam veriyoruz. Bu nedenle de hem ülke çapında hem de uluslararası düzeyde WWF birçok platformda gözlemci sivil toplum kuruluşu statüsü kazanmış kuruluşlardan birisidir. Böyle özetleyebilirim.
Biyolojik çeşitlilik nedir?
Cüneyt Toros: Hocam şimdi sizin uzman olduğunuz benim de çok ilgimi çeken bir konu şahsi olarak da açıkçası bu biyolojik çeşitlilik. Biyolojik çeşitlilik deyince biz ne anlamalıyız? Önce oradan başlayalım isterseniz.
Dr. Sedat Kalem: Tabi biyolojik çeşitlilik biraz teknik ya da bilimsel bir kavram gibi görünebilir. Zaman zaman da canlıların tür çeşitliliği ile eşdeğer tutulabiliyor. Ama bunun içerisine girildiğinde biyolojik çeşitliğin tür çeşitliliğinden çok daha derin bir anlam ifade ettiğini söylemek mümkün.
Bildiğiniz gibi aslında biyolojik çeşitlilik canlı yaşam çeşitliliğini ifade ediyor. Bu çeşitlilik ne kadar zenginse, ne kadar çoksa o kadar canlı yaşam dinamik, renkli, güçlü oluyor. Şimdi tabi bundan kastettiğimiz şey bir anlamda tür çeşitliliği ama sadece onunla sınırlı değil. Biliyorsunuz aynı türün alt türleri olabiliyor ya da aynı tür içerisinde genetik farklılıklar olabiliyor. Dolayısıyla biyoçeşitlilikten kastettiğimiz şey aynı zamanda genetik çeşitliliği de ifade ediyor. Yani bir buğday bitkisini ele alalım. Doğada yabani olarak yetişen bir bitki. Ama bunun çok sayıda genetik varyasyonları var.
Örneğin Anadolu'nun çeşitli coğrafyalarında yetişen varyasyonları. Bunların her biri de yine ayrı bir değer taşıyor. Bunu başka şeylere de örnekleyebiliriz. Yani bir balık türüne, bir kuş türüne de örnekleyebiliriz. Tabi bununla da sınırlı değil. Türlerin içinde yaşadığı doğal ortamlar var. Her tür kendi beklentilerine uygun yaşam ortamlarında, doğal yaşam ortamlarında yaşıyor. Örneğin bir tatlı su balığı bir gölde ya da bir akarsuda yaşayabilir. Bir kurbağa türü, bir küçücük su parçası içerisinde yaşayabilir. Bunun gibi canlılar ya da bir leylek türü biliyorsunuz değil mi? Gider evlerin bacalarının üzerinde yuva yapar. Bazı canlılar vardır insanlarla beraber yaşamayı sever. Dolayısıyla her canlının kendi yaşam şartlarına uygun ortamlara da biz yaşam ortamı ya da ekosistem çeşitliliği diyoruz. Örneğin insan üzerinden ilerleyecek olursak bizim ekosistemlerimizde değil mi?
Kentler, işte kırsal alanlar, tarım alanları bir anlamda bizim içinde yaşadığımız ekosistem çeşitliliği oluşturuyor. Ve dünyaya baktığımız zaman da gerçekten milyonlarca farklı ekosistem tanımlayabiliriz. Yani bir ekmek parçasının üzerinde oluşan bir küf için o ekmek parçası bir ekosistem olarak tarif edilebileceği gibi dünya da bir yaşam küre olarak bütün canlıların bir arada yaşadığı bir ekosistem olarak düşünülebilir. Dolayısıyla bu çeşitlilikte ne kadar çoksa dünyadaki canlılık da o kadar renkli, o kadar dirençli dış ilişkilere karşı o kadar sağlıklıdır.
Bunların yanında bir de ekolojik olaylar süreçlerin çeşitliliği diye bir şey var. O da bu sistem içerisinde canlıların birbirleriyle olan ilişkileri var. Ve bu ilişkilerin çeşitliliği de önemli. Bu ilişkilerden ne kastediyorum? Mesela bazı canlılar birbirleriyle rekabet ederler. Bazı canlılar birbirlerinden faydalanırlar. Dolayısıyla bu yaşam ortamı içerisinde dönüp dolaşan bütün olaylar da bu ekolojik olaylar çeşitliliğini içerir. Mesela bazı canlılar vardır, bazı göçmen kuşlar, yazı başka yerde, kışı başka yerde geçirirler. Her sene bir yerden bir yere göç ederler. Hani bu göç olayı da bir ekolojik proses çeşitliliğine örnektir. Dolayısıyla bütün bunlara total olarak baktığımızda bunların tamamını kastediyoruz, biyolojik çeşitliliği deyince.
Biyoçeşitliliğin faydaları
Cüneyt Toros: Anlıyorum hocam. Peki bu geniş tanımlama içerisinde bu biyolojik çeşitliliğin yani biz biraz öncesini söylediğiniz gibi sadece türlerin çeşitliliği olarak söyledik ama birbirleriyle ilişkileri aynı zamanda alt türler bunların hepsini kapsadığını anlıyorum ben sizin cevabınızı. Aslında çok geniş bir kavram olarak ele alınıyor anladığım kadarıyla. Şimdi sorumun ikinci bölümüne geçiyorum izninizle. Biyoçeşitliliği biz neden korumalıyız ya da geleceğe neden taşımalıyız? Nasıl bir faydası var? Bunu biraz netleştirelim. Çünkü evet biraz teknik bir terim olarak kalıyor ama hepimizin hayatı için çok önemli olduğunu ben biliyorum.
Biraz bu konudan bahsedebilir miyiz?
Dr. Sedat Kalem: Elbette. Şimdi şöyle düşünelim. Başında da konuşmamı söylemiştim. Bildiğimiz kadarıyla uzayda canlılığın hüküm sürdüğü tek yer dünyamız. Dünyamızı 100 metre çapında bir karpuza kıyaslayacak olursak yalnızca en dışındaki 1 milimetrelik tabakada canlı yaşam var Cüneyt Bey. Bu ince 1 milimetrelik yüzeyin %70'i sularla kaplı. Bir bölümü çöllerle kaplı. Bir bölümü buzullarla kaplı. Ve şöyle düşünün. Buraya bir tırnak darbesi attığımız zaman altında bir beyaz bölüm var. Orada canlı hayatı yok. Daha derine indiğimizde kırmızı bir bölüm var. Orada ateşler yanıyor, bildiğiniz gibi. Daha yukarı çıktığımızda işte atmosfer var. Ve canlıların aslında canlı hayatın yürüdüğü çok ince bir katman var yeryüzü üzerinde. Yani toprağı kazalım işte yarım metre derine indiğimizde artık canlı hayatı yok.
Toprağın üstüne çıktığımızda da işte en büyük diyelim ki en uzun boylu ağaç ne kadar? Amerika'daki Sekoya ağaçları, 150 metre uzunluğunda. Oraya kadar uzanıyor. Dolayısıyla çok ince bir tabakada her şey olup bitiyor. Ve bu tabaka da o kadar sınırlı ki. Zaten %70'i sularla kaplı. İşte bir bölümü çöllerle, bir bölümü buzullarla. Her şey bu daracık mekan içerisinde yürüyor, bütün canlı hayat. Ve biz de aslında bunun içindeyiz, diğer canlılarla beraber. Ve ilginç olan tarafı da şu. Biz bu canlılar arasına sadece 100 bin yıl kadar önce geldik. Ve çoğu canlı biz gelmeden önce buradaydı. Ve bugün bulunduğumuz noktada da son 100 yıl, 200 yıl inanılmaz bir baskın duruma gelmiş durumdayız tabi bu çeşitlilik içerisinde, insan türü olarak. Şimdi neden önemli biyoçeşitlilik? Biraz önce de bahsettim. Ne kadar çeşitliysek yeryüzünde, yani bir tür içinde ne kadar genetik çeşitliliğe sahipsek, ya da ne kadar çok süre tür çeşitliliğimiz varsa, ya da ne kadar çok yaşam ortamının çeşitliliğine sahipsek o kadar bol seçenek önümüzde var demektir. O derece dirençliyiz demektir. O derece istikrarlı demektir, yaşam küre dediğimiz alan. O derece renkli, güzel ve canlı demektir. Bunu bütün sosyal hayatımızda da böyledir bu.
Ekonomide de böyledir. Ve ekolojide de böyle. Neden? Çünkü diyelim ki elimizde tasarruf araçlarınız var. Bunu ekonomide düşünelim. Bunu farklı yerlere yatırım yaptığınız zaman o derece bol seçeneğiniz olur. O derece kendinizi güvende hissedersiniz. Ekolojide de durum böyle. Ne kadar çeşitliğe sahipsek o kadar dirençliyiz dış etmenlere karşı. Tabi bu bütün bu varlıklar, insanın da içinde bulunduğu bütün bu varlıklar ekosistemler içerisinde birbirleriyle, biraz önce de söylemiştik, karşılıklı etkileşim içerisinde. Bunların bir bölümü üretici, bir bölümü tüketici. Özellikle bitki türleri genel olarak üreticiler. Ne yapıyorlar? Topraktan besin maddelerini alıyorlar. Havadan güneşin enerjisini alıyorlar. Fotosentez yapıyorlar. Ve kendi besinlerini ürettikleri gibi diğer canlıların da faydalanacağı besinleri üretiyorlar. Mikroorganizmalar var. Mikroorganizmalar da oyundan büyük iş yapıyorlar aslında. Onlar da diğer canlıları ayrıştırıyorlar.
Eğer onlar olmasaydı yeryüzü aslında parçalanmamış çöp dağlarından oluşurdu. Tabi söylemeyi unuttum. Bir de tüketici canlılar var. Onlar da insanlar ve hayvanlar özellikle. Onlar da bitkiler gibi, diğer canlılar gibi unsurlarla beslenerek bu hayat döngüsü bu şekilde devam ediyor ve ilerliyor. Ve bu bahsetmiş olduğumuz bütün bu çeşitlilik hepimizin faydalandığı bir takım hizmetler sunuyor. Buna biz ekosistem hizmetleri diyoruz. Bu hizmetlerin bazıları destekleyici hizmetler.
Yani örneğin kaya parçasından rüzgarla küçük parçalara ayrılan toprak organik materyalle birleşerek verimli toprağa dönüşüyor. Ve biz bunu biraz önce bahsettiğimiz o mikroorganizmalara borçluyuz. İşte bitkiler fotosentez yapıyorlar. Bir besin döngüsü oluşuyor. Toprağa bir tohum atıyoruz, ondan filizleniyor. Onun meyvelerini hep birlikte insanlar ve hayvanlar faydalanıyoruz. Onun dışında tedarik hizmetleri dediğimiz şeyler var. Bugün gıdadan sağlığa, birçok ilaçların ham maddesine varıncaya kadar, birçok endüstri ham maddesine varıncaya kadar, hatta içme suyumuza varıncaya kadar tedarik hizmetleri sunuyorlar.
Yine biyoçeşitliliğin düzenleyici hizmetleri var. Örneğin hava kalitesini düzenliyor doğal yaşam ortamları, o ekosistemler. İklimi düzenliyorlar. İçme suyumuzu sağlıyorlar. Toprağı koruyorlar. Doğadaki arılar bizim bal elde etmemizi sağlıyorlar filan. Yani bütün bu düzen içerisinde hepimiz birbirimizden faydalanıyoruz. Ve neden yani bunların korunması ve sürdürülmesi gerekiyor?
Bunu birkaç başlık altında topluyoruz. Bir tanesi ekolojik nedenler. Yani biraz önce saydığımız bu ekosistem hizmetleri, canlıların birbirleriyle olan bu dayanışmaları. Yani bu düzenin devam etmesi bu sistemin sağlıklı işlemesine bağlı. Hani şöyle düşünelim, bir araç nasıl bir düzenek içerisinde hareket ediyor ve en küçük bir parçasının herhangi bir şey olduğunda o araç çalışmaz hale gelirse, bu bahsetmiş olduğumuz yaşam döngüsü de aynı hassasiyet içerisinde. Bu bütün içerisinde yok olacak bir takım unsurlar yani bir türün ortadan kalkması, bir ekosistemin kaybedilmesi, bir nehrin kirletilmesi aslında sistemin bütününü olumsuz etkiliyor. Bunlar da zaten alta alta geldiğinde diyoruz ki hani dünyada yaşamak risk altında. Bunun ötesinde ekonomik nedenler var. Tabii ki insanın kendi bakış açısıyla doğadan sağladığı faydalar var. Yapılan hesaplara göre doğadan her yıl sunduğu hizmetlerin ekonomik değeri 125 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor. Bu gerçekten inanılmaz bir şey.
Cüneyt Toros: Yani doğa ekonomik büyüklük olarak bütün ülkeleri toplasanız daha büyük bir ekonomik değer üretiyor sonuçta.
Dr. Sedat Kalem: Ve bunu aslında hiç hesaplamıyoruz hiçbir zaman. Biz genellikle maliyet hesaplarına hiç doğanın bize sunduğu faydaların hesabını da yapmıyoruz aslında. Yani doğadan bir içme suyu elde ettiğimizde doğanın bunu bize sağlama kıymetinin ne ifade ettiğini bir şekilde maliyetlere katmadığımız için bunu biz aslında doğadan bedava alıyormuşuz gibi mevcut anlayışımız bu şekilde.
Cüneyt Toros: Hocam aslında bu rakam çok önemli. Ben ilk defa duyuyorum gerçekten daha önce rastlamamıştım. Şimdi insanın dilinden konuşmak insanların anlaması için önemli.
175 trilyon dolarlık bir… Yani doğa bize parayla satmış olsaydı verdiği hizmetleri böyle bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış olacaktı. Kabaca böyle anlıyorum.
Dr. Sedat Kalem: Düşünsenize mesela bitkilerin fotosentez yapmasıyla biz ne kadar büyük faydaları elde ediyoruz ama bunun bir hesabını yapıyor muyuz? Yapmıyoruz.
Dünyada biyoçeşitliliğin durumu
Cüneyt Toros: Yok yapmıyoruz evet. Hocam biraz dünya ve Türkiye'deki biyoçeşitliliğin durumunu öğrenmek istiyorum. Yani biz çok hızlı özellikle sanayi devriminden sonra bilinen hikaye, çevreye verdiğimiz zarar, sanayileşme sonrası çok konuşuluyor. Bugün zaten bundan geriye nasıl döneceğimiz konusunda da ülkeler hızlı bir aksiyon planı içerisinde. Bunun biyoçeşitlilik boyutu hem dünyada hem Türkiye'de durum nedir günümüzde bugün?
Dr. Sedat Kalem: Cüneyt Bey biraz önce bahsetmiştik. Dünyamızda bir biyosfer yani yaşam küre dediğimiz çok ince ve hassas bir katman var ve bütün canlı yaşam burada geçiyor. Tahminlere göre yeryüzünde 9 milyon canlı türü olduğu söyleniyor.
Şu an için bunlardan 3 milyonunu tanımlamış durumdayız, farkındayız ya da adını koymuşuz işte ne yaptığını teşhis etmişiz. Ama geride daha 6 milyon canlı türü var ve biz bunun farkında bile değiliz. Yani farkında olmasak ne olur zaten bir şekilde onlar milyonlarca yıldır yeryüzünde yaşıyorlar ve üstlerine düşen görevleri yapıyorlar. Tabi bu canlı gruplarını çok farklı başlıklar altına toplamak mümkün. Bugünlerde çok konuştuğumuz virüslerden, bakterilerden, mantarlardan, yosunlara, oradan işte karada yaşayan damarlı bitkiler dediğimiz işte domatesten tutun da ağaçlara varıncaya kadar. Onun dışında omurgalı canlı türleri var ve insanın da içinde bulunduğu böcekler var. Bunların arasında tabi en çok bildiklerimiz karasal bitkiler ve omurgalı canlılar. Örneğin dünyada 300 ila 500 bin kara bitkisi türü olduğu tahmin ediliyor.
Biz neredeyse bununla işte 250 binini bilim dünyası biliyor. Ya da 50 bin omurgalı canlı türü olduğu tahmin edilirken bunun yaklaşık 45 bini biliniyor. Yani bunlar aşağı yukarı bilim dünyası biliyor ama bilmediklerimiz daha çok küçük canlılar. Yani bakteriler, mikroorganizmalar. Bunları bilmiyoruz ama onun tabi ki bunun dışında zaman zaman haberlere de konu oluyor biliyorsunuz. İşte Avustralya'da ya da Borneo'da yeni bir kuş türü keşfedildi diye. Uzak tropikal bölgelerde yeni türlerin keşfedildiği de oluyor. Ama şimdi işin bu tarafı dünyanın biyoçeşitlilik açısından zenginliğini ortaya koyan bir şey. Öbür taraftan da bir başka gerçek var.
WWF iki yılda bir yaşayan gezegen raporu yayınlıyor. Bu raporun tek cümleyle özeti şu. İnsanın ekolojik ayak izi dediğimiz yani insanın dünyadan talep ettiği kaynakların büyüklüğü, arttıkça yani bizim ayak izimiz büyüdükçe dünyadaki yaşayan gezegen endeksi düşüyor. Yani yaşayan gezegen endeksi dediğimiz şey şu. Bizim dışımızdaki canlı hayat ne kadar canlı, ne kadar dinamik, ne kadar zengin. Bu zenginlik azalıyor Cüneyt Bey maalesef. Neden? Çünkü biz artık insan olarak nüfusumuz diğer canlılara karşı çok baskın bir hale gelmiş durumda. Sadece nüfusumuz değil, birey olarak yani hep her birimizin dünya üzerindeki etkisi de inanılmaz derecede artmış durumda. Yani hiçbirimiz dedelerimiz gibi dünya üzerinde etki yaratmıyoruz. Ve bugün aslında dünyanın ya da gezegenimizin bir yılda ürettiği kaynağın fazlasını bir yıl içerisinde tüketiyoruz. Böyle söylemek lazım.
Bir anlamda aslında bankadaki sermayemizin faiziyle her yıl geçirmemiz gerekirken yavaş yavaş sermayemizden tüketmiş oluyoruz. Bunun sonuçlarını nasıl görüyoruz? Hani banka bize ihtarname göndermiyor ama iklimlerimiz değişiyor örneğin. Alışkın olmadığımız şeyleri yaşıyoruz. Seller oluyor, kuraklıklar oluyor. Tarımda verim düşüklüğü oluyor. Kirlilik nedeniyle bakıyoruz. Kitlesel balık ölümleri görüyoruz örneğin. Biyolojik çeşitlilik kaybı görüyoruz. Yani hem tür kaybı oluyor hem de türlerin popülasyonlarının kaybı oluyor. Yani tür tamamen yok oluyor olmasa bile örneğin flamingo türü yok olmuş bir tür değil. Ama flamingonun diyelim ki Türkiye'deki popülasyonları hızla azalıyor. Yani bu tür örnekler yaşayabiliyoruz.
Türkiye’de biyoçeşitliliğin durumu
Cüneyt Toros: Peki hocam Türkiye'nin durumu nedir? Biraz bizim ülkemize gelebilirsek. Yani bizim ülkemizde biyoçeşitlilik bilinci ve hatta durumunu soruyorum.
Dr. Sedat Kalem: Şimdi şöyle. Dünyadaki bütün son 50 yılında omurgalı canlı tür popülasyonları %68 azalmış Cüneyt Bey. Daha çok da bu sulak alan ekosistemlerinde yaşanıyor. Yani göller, işte sazlıklar, akarsular gibi. Neden? Çünkü insan daha çok buraları tercih ediyor, yaşamak için, suyundan faydalanmak için.
Rapor 2 yıl önce yayınlandı. 1 milyon türün dünya genelinde yok olma riski altında olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bazı uzmanlara göre biraz da ironik bir şekilde bu içinde bulunduğumuz döneme şöyle bir isim veriyorlar. Hani jeolojik devirler vardır. Okullarda görmüşüzdür. Gezegenimizin tarihinde bu kadar baskın olduğu bir dönem olmadığı için bu döneme antroposen dönem diyorlar. Yani insanın dünyadaki canlılığın üzerinde son derece baskı yarattığı bu dönem. Bir anlamda böyle anlaşılıyor. Şimdi Türkiye'ye gelecek olursak tabi resmin iyi tarafı şöyle.
Türkiye çok özel bir coğrafik konumda yer alıyor. Nasıl? Bir tarafımız Avrupa, bir tarafımız Asya, bir tarafımız Afrika ve Türkiye bu üç kıtanın kavşak noktasında bulunuyor. Böyle bir coğrafi özel konumumuz var. Onun dışında da bir de dikey dediğimiz yani deniz seviyesinden örneğin Ağrı Dağı'nın zirvesinin olduğu 5000 metreye kadar hem yatay hem dikey çeşitliliğe sahibiz. Coğrafya çeşitliliğine sahibiz. Ovalarımız var, platolarımız var, yaylalarımız var, dağlarımız, göllerimiz var. Ve bunların her biri ayrı ekosistemler oldukları için fazla sayıda canlı tümü çeşitliliğine sahip tarihsel olarak.
Şöyle söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye'de son şeylere göre 11 bin civarında damarlı bitki türü olduğu doğal olarak yani doğamızda tahmin ediliyor. Bunun da 3 bin kadarı yani üçte biri neredeyse sadece Türkiye'ye özgü. Bütün Avrupa kıtasında bu sayı 12 bin civarında. Biz aslında bütün Avrupa ile rekabet edecek zenginliğe sahibiz. Sadece bitkiler değil, canlılara baktığımızda da çok sayıda balık türümüz var. Denizlerimizde vardı diyelim. Tabii bunları kaybediyoruz yavaş yavaş. 470 civarında kuş türümüz var. Türkiye'de yaşayan ya da Türkiye'den geçen göçmen kuşlar, Türkiye'de üreyen kuşlar. Memeli hayvanlarımız var ki bunlara birçok örnek verebiliriz değil mi? Kurtlar, örneğin işte tilkiler, boz ayılar, kızıl geyikler gibi sürüngenlerimiz var. O bakımdan tarihsel olarak biz gerçekten zengin bir biyoçeşitlilik mirasına sahibiz. Bunu da bulunduğumuz bu özel konuma borçluyuz.
Hatta şöyle bir örnek daha vereyim. Türkiye dünyadaki 8 gen merkezinden biri. Neden? Bugün bizim beslenmek için kullandığımız birçok bitkinin doğadaki ataları bizim coğrafyamızdan alınarak kültüre alınmış, evcilleştirilmiş. İşte bunun başında buğday var. Mercimek var, kayısı var. Bunlar aslında doğada yabani olarak yetişen bitkiler. Bunlar insan tarafından geliştirilerek atalarımız tarafından bugün besinlerimizi oluşturan materyaller haline geldi. Onun dışında şifa kaynağı olan bitkilerimiz var. Örneğin göllerde yetişen göl soğanı diye bir bitki var. Çocuk felci aşısında kullanılıyor. Dolayısıyla biyolojik çeşitliliğin insan yaşama açısından ve yeryüzünde yaşamın devamı açısından önemi çok yüksek.
Şimdi tabi Anadolu aynı zamanda yani bu kadar zengin ama aynı zamanda da insan medeniyetinin ortaya çıkmasından bu yana da insan etkisinde olan bir coğrafya. Biliyorsunuz ilk tarım Mezopotamya'da başladı. Anadolu'da birçok uygarlık geldi geçti. Anadolu'nun kıyılarında büyük yerleşim merkezleri oluştu. Uygarlıklar kuruldu, yıkıldı. Tabi bütün bu insan etkileri altında Anadolu'nun sahip olduğu bu biyoçeşitlilikte bir bozulma, azalma ve bugün geldiğimiz noktada yok olma durumuyla karşı karşıyayız.
Cüneyt Toros: Çok kötü mü durum hocam Anadolu'da şu anki son durum?
Dr. Sedat Kalem: Biz de doğal alanlarımızı hızla kaybediyoruz. Çok sayıda türümüz tehlike altında. Eğer bugün gerçekten acil bir şekilde onları koruyamazsak en iyi şekilde doğal alanlarımızı türlerimizi, bunların popülasyonları giderek azalıyor. Doğal alanlarımız giderek azalıyor. Bu da tabi geleceğimizin daha risk altında olduğunu gösteriyor. O bakımdan çok acil bir şekilde gereketleri yapmamız gerekiyor Cüneyt Bey.
Biyolojik çeşitliliği korumak adına alınabilecek tedbirler
Cüneyt Toros: Hocam şuna geleceğim dünyayı da söylediniz Türkiye'de de çok iç açıcı bir tablo yok. Evet siz genelde olumsuz konuşmak istemiyorsunuz konuşmanın başında da söylediğiniz WWF olarak ama bazen de durum acil oluyor ve gerçekten farkındalığın artması gerekiyor. Bu türler, tür çeşitliliğindeki azalma uzun zamandır devam eden insanın etkisinin artmasıyla geri dönülebilir mi? Yani bu azalma hızı düşebilir mi? Ya da azalmayabilir mi? Yani biz bu etkiyi bu saatten sonra hem Türkiye hem dünya için soruyorum. Öyle bir zaman, öyle bir tedbirler alabiliriz ki ya da nasıl tedbirler almalıyız ki en azından tür sayılarındaki azalma durabilir mi?
Dr. Sedat Kalem: Tabii ki. Yani tabii iyimser olacağız ama aynı zamanda da gerçekçi olmamız gerekiyor Cüneyt Bey. Dolayısıyla hala fırsatı kaçırmış değiliz, hem Türkiye'de hem dünyada. Eğer bugünden gerekli önlemleri alırsak bu gidişatın önüne geçmemiz mümkün. Bunun da bir çeşitli yolları var.
Yani biyolojik çeşitliliği nasıl koruyoruz? Bir canlının yaşadığı yerin dışında koruyoruz. Buna ex-situ koruma deniyor. Burada organizmanın bir parçası alınıyor. Örneğin bu bir bitki ise tohumu alınıyor veya çeliği alınıyor. Bu bir laboratuvar ortamında saklanıyor ve zamanı geldiğinde kullanılabiliyor. Ya da doğal yaşam ortamının dışında bitkileri, hayvanları biliyorsunuz. Başka yerlerde de görebiliyoruz.
Örneğin botanik bahçeleri kurulabiliyor değil mi? Dünyanın herhangi bir zinciri yaşayan bir canlı türünü alıyoruz. Bir botanik bahçesinde tekrar yetiştiriyoruz onu bu şartlar altında. Hayvanat bahçeleri oluyor, akvaryumlar oluyor. Tabi bunlar ideal doğa koruma yöntemleri değil. Aslında en ideali canlıları yaşadıkları yerde korumak. Bunları da in-situ koruma diyoruz. Bunun yolları da onların yaşadıkları sahaları koruma altına almak. Yaban hayatı geliştirme sahası gibi, milli park gibi, sulak alan gibi, tabiatı koruma alanı gibi, deniz koruma alanları gibi ya da kaplumbağa yuvalama kumsallar gibi bu canlıların yaşadığı yerleri korursak eğer onların yaşam dinamiklerini de korumuş oluyoruz. Yani biz canlıyı kendi başına izole bir şekilde bir yere getirip koruyamayız. O canlının bütün yaşam döngüsünü de güveni altına almamız gerekir. O canlının üreyebilmesini sağlamamız gerekir. Beslenebilmesini sağlamamız gerekiyor.
Zaten bütün canlıların üç temel ihtiyacı vardır. Beslenme, barınma ve üreme. Dolayısıyla bu şartları onlara sağlarsak elbette korumak mümkün. Ama bunun için de tabi ki stratejik çabalar olması lazım. Bunları çok iyi planlamamız lazım. Hedeflerimizi büyütmemiz lazım. Bunları hayata doğru bir şekilde geçirebilmemiz lazım. Tabi burada kamu idarecilerinde bireyleri varıncaya kadar herkesin sorumluluk içinde hareket etmesi halinde elbette bu noktadan geriye dönmek mümkün. Ama şöyle bir şey de var yani onu da unutmayalım. Şimdi bugüne kadar bu işin farkına vardık, ciddiyetinin farkına vardık insanlık olarak. Özellikle 1992 yılında Brezilya'nın Rio kentinde bir zirve yapıldı. Biyolojik çeşitlilik sözleşmesi orada imzalandı. Dünyanın 200'e yakın ülkesi bu sözleşmeyi imzaladılar, Türkiye'de dahil olmak üzere. Ve bir takım taahhütlerde bulunduk. Türkiye'de de aynı şekilde bunların daha iyi korunmasına dair. Ama ne yazık ki biyoçeşitlilik kaybında yaşanan hızı bir miktar frenlemeye yetmiş olsa da tamamen bu yok oluşun önüne geçmiş değiliz.
Dolayısıyla şu anda önümüzde 10 yıllık kritik bir hedef var. Şu anda 2020'lerin başındayız. Eğer 2030'a kadar gerekli çabaları gösterebilirsek, örneğin bütün bu yeryüzünde, bütün ülkelerde ve bütün ekosistemlerin en az üçte birini bilim insanları böyle diyorlar, en az üçte birini koruma altına almamız gerekiyor. Genel olarak dünyada %15'i doğal alanların koruma altında bulunuyor. Önümüzde de aşağı yukarı %7, %8 civarında olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hızla önümüzdeki 10 yıl içerisinde doğal yaşam ortamlarımızı %30'a çıkarmamız gerekiyor. Tabi 10 yıl sonra ne noktada olacağımız ya da çocuklarımızın nasıl bir dünya içerisinde yaşayacağı bizim bugünden alacağımız kritik kararlara bağlı. Bu bakımdan biz ne kadar isabetli kararları verirsek bugün geleceğimiz o kadar güvence altında olabilir diye düşünüyorum.
Biyoçeşitlilik ve virüs ilişkisi
Cüneyt Toros: Hocam süremiz daralıyor. Ben üst üste birkaç soru sorarak devam etmek istiyorum müsadenizle. Şimdi Covid krizi, Covid salgını, pandemi dönemi hepimiz yaşıyoruz. Halen de kısıtlamalar yoluyla yaşıyoruz. Çok şey öğrendik doktorlardan, işin sağlık tarafıyla ilgili. Peki bunun doğayla ilişkisi nedir? Bu virüsün biraz biyoçeşitlilik açısından, doğa tarafından bakabilirsek neler söyleyebilirsiniz?
Dr. Sedat Kalem: Cüneyt Bey bu olay gündeme geldikten kısa bir süre sonra WWF uzmanları bir rapor hazırladılar. Raporun adı Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi. Biz bu raporu Türkçe çevirerek geçen yıl Mayıs ayında yani geçtiğimiz yıl bugünlerde kamuoyuyla paylaşmıştık. Rapor hani bir cümleyle şunu söylüyor. Bu tür hastalıkların ortaya çıkmasında ve yayılmasında biz insanların doğayla sağlıklı olmayan ilişkisinin bir etkisi var ve biz dünyanın sağlığını ne kadar koruyabilirsek biz de o kadar sağlıklı olabiliriz. Dolayısıyla bizim sağlığımız aslında dünyanın ve doğanın sağlığıyla ayrılmaz bir bütün.
Peki bu nasıl oluyor da bu olaylar yaşanıyor? Virüsler, tanımadığımız virüsler hayatımıza girebiliyor. Biraz onlardan bahsedelim. O da şöyle yabani hayvan türlerini doğadan avlıyoruz biliyorsunuz. Hani Çin örneğinde olduğu gibi özellikle daha önce insan girişine maruz kalmamış coğrafyalarda bu tür insanın doğadaki canlıları avlaması, toplaması bunların yasa dışı bir şekilde ya da kontrolsüz bir şekilde başka ülkelere ticari olarak gönderilmesi bunların işte evcil hayvanlar pazarlarında hijyenik olmayan koşullarda bir araya gelmesi virüs gibi patojenlerin yabani hayvandan bir diğer evcil hayvana geçmesini oradan da şekil değiştirerek insana geçme ihtimalini yükseltiyor. Zaten buna dair şeyler söyleniyor.
Yarasa'dan Pangolin'e işte Pangolin'den insana geçtiğine dair tartışmalar yapılıyor. Şimdi burada tabi insanın etkisi şu yani biz bu hayvanları avlayarak onların yaşadıkları ortamları tahrip ederek dönüştürerek aslında onların insanlarla etkileşim ihtimalini arttırıyoruz. Bu etkileşim karşı karşıya gelme sadece fiziki olarak değil yani onların sahip olduğu virüslerin de bir şekilde şekil değiştirerek bizi etkilemesine neden olabiliyor. Hatta iklim değişikliğinin bile doğadaki şartları değiştirerek bu hayvanların yeni sahalara göç etmesini ve bu göç sırasında da başka canlılarla karşılaşarak virüs alışverişinde etkili olabildiği yolunda görüşler öne sürülüyor. Tabi biz bu şekilde devam edersek aynı olaylarla ileride de karşılaşmamız mümkün.
Biliyorsunuz bugün artık küresel bir dünyada yaşıyoruz. İletişim çok kolay daha doğrusu ulaşım. Uçaklarla, gemilerle, hızla Çin'in bir yerinde başlayan bir virüs örneğin işte Anadolu'nun ya da Amerika'nın en ücra köşelerine kadar ulaşmış durumda. Peki bundan nasıl çıkmamız lazım? Şimdi en kritik soru bu. Bir kere gerçeği anlamamız lazım yani dünyanın sağlıklı bir yer olması için doğa üzerindeki bu bilinçsiz ve hoyrat etkimize bir son vermemiz gerekiyor. Eğer harekete geçmeyecek olursak yarın karşı karşıya bulunabileceğimiz bedeller çok daha büyük olacak.
Zaten bunu yaşıyoruz değil mi? Ekonomik olarak. Milyarlarca dolarlık ekonomik kayıplar var, can kayıpları var. O bakımdan bu krizden gereken dersi çıkarmak istiyorsak doğayla ilişkimizde de yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor. Yani bu yanlış ilişkiye bir son vermemiz gerekiyor. Kısa vadede, acil olarak. Ama orta vadede de örneğin bireyler olarak yaban hayatı tüketimine itibar etmememiz lazım. Yani bu yabani hayvanların avlanması, etinin yenmesi gibi, işte onların parçalarının pazarlarda alınması gibi değil mi? Gergedan boynuzları olsun… Hani böyle şeyler aslında bunları biraz teşvik ediyor.
Biyoçeşitlilik, avlanma ve sınırlar
Cüneyt Toros: Türkiye bu konuda hocam özellikle uzakdoğu ile karşılaştırıldığında daha iyi durumda sanki bu doğal hayatı, daha doğrusu bu avla ilgili konuşuyorum. Biraz daha yani bizim kültürümüz o kadar en azından bir uzak doğu kültürü gibi bu tip avlanmaya pek uygun değil. Pek böyle bir geleneğimizde yok. Var tabi ama çok genele yaygın değil. Evet. Biraz o anlamda şanslı gibi gözüküyoruz. Bilmiyorum yanılıyor muyum?
Dr. Sedat Kalem: Çok doğru söylüyorsunuz. Ama şöyle bir gerçek de var Cüneyt Bey. Bugün artık dünyada çevre sınırlarını maalesef ulusal sınır tanımıyorlar. Yani bizim ülkesel sınırlarımız var. Biz geçerken pasaport kontrolünden geçiyoruz ama çevre sorunları değil mi? Hava kirliliği, iklim sorunu işte biyoçeşitli kaybı bunlar bir ülkeden başka bir ülkeye kolaylıkla şey yapabiliyorlar.
Bakın Afrika'da işte Asya'da bir çekirdek problemi oluyor. Biz Türkiye'de endişe duymaya başlıyoruz. O bakımdan da bu sorunlar sadece yerel değil küresel işbirliğini gerektiriyor, çevre sorunları. Birbiriyle uyumlu hareket etmeyi gerektiriyor. O bakımdan artık eskisi eski alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz lazım. Ekonomik kalkınmada da yine yalnızca büyüme, yalnızca maksimum kâr elde etme anlayışından biraz uzaklaşarak doğayla uyumlu nasıl bir arada yaşayabiliriz bunun arayışı içinde olmamız lazım. Bu krizden ekonomiyi çıkarmak için planlar yapılıyor. İşte yatırımlar için hedefler konuluyor. Burada da yani ekonomiyi canlandırma planlarında yani sadece ekonomik getiriler değil ama aynı zamanda yeşil iyileşme dediğimiz enerji verimliliği olsun çevresel bakımdan daha sürdürülebilir yatırımların teşvik edilmesi olsun biyolojik çeşitlilik kaybının giderilmesi olsun, yeşil alanların oluşturulması, bozulmuş doğal alanların restore edilerek tekrar kazanılması, tarımda örneğin doğa dostu tarımsal uygulamaların teşvik edilmesi gibi birçok yeniliğimizi, yeniliği hayatımıza dahil etmemiz gerekiyor.
Cüneyt Toros: Hocam çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok keyifli bir sohbetti. Vakit ayırdığınız için bu biyoçeşitlilik çevresel etki biraz önce siz çok güzel özetlediniz. Biz hani yıllardan bu yana sadece büyüme odaklı bütün ülkeler sadece Türkiye için söylemiyorum insanlık ekonomik büyümeyi öne alan yaklaşımlarla hayatımıza devam ettik ama artık deniz bitti gibi gözüküyor en azından dünyada ben şahsen bunun farklılığının arttığını görüyorum ülkeler artık çevresel etkiyi öne koyan kalkınmayı çevre dostu hale getirebilecek yöntemler üzerinde çalışıyor gibi geliyor. Biraz umutluyum açıkçası son dönem pandemiyle birlikte özellikle bunun farkına biraz daha fazla vardık gibi düşünüyorum. Tekrar teşekkür ediyorum size yayınımıza katıldığınız için hocam.
Dr. Sedat Kalem: Ben de teşekkür ediyorum Cüneyt Bey.